Hristiyanlık Hakkında Sık Sorulan Sorular


Bu sayfada ziyaretçilerimizin Hristiyanlık hakkında sorduğu birçok soruyu ve cevaplarını bulabilirsiniz. Soruları ve cevapları eklemeye ve içeriği güncel tutmaya devam ediyoruz. Bu sayfayı sık sık ziyaret ederseniz yeni soru ve cevapların eklendiğini göreceksiniz.

Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı.
( Yuh.1:1-3 )

Söz, insan olup aramızda yaşadı. O’nun yüceliğini -Baba’dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğul’un yüceliğini- gördük.
( Yuh.1:14 )

İsa Mesih insan olup aramızda yaşamış olan Rab’bin Sözü. Kelam ise sonsuzluktan beri var ve Rab’bin özüne sahiptir, kısaca “Söz Tanrı’ydı”. Ya da şöyle söyleyebiliriz: Söz, Tanrı’nın üç tane zati sıfatlarındandır. Tanrı o zati sıfatıyla 2000 sene önce yaşamış olan Nasıralı İsa’da tecelli oldu.

Açık bir şekilde Tanrı özüne sahip olan Kelam’ın kul özünü alması şu ayetlerde de açıklanıyor:

Mesih İsa’daki düşünce sizde de olsun. Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı’ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı. Ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçalttı. Bunun için de Tanrı O’nu pek çok yükseltti ve O’na her adın üstünde olan adı bağışladı. Öyle ki, İsa’nın adı anıldığında gökteki, yerdeki ve yer altındakilerin hepsi diz çöksün ve her dil, Baba Tanrı’nın yüceltilmesi için İsa Mesih’in Rab olduğunu açıkça söylesin.
( Fil.2:5-10 )

Bu şekilde de Eski Ahit’in (Tevrat’ın) vaat sözü gerçekleşti:

Çünkü bize bir çocuk doğacak, Bize bir oğul verilecek. Yönetim onun omuzlarında olacak. Onun adı Harika Öğütçü, Güçlü Tanrı, Ebedi Baba, Esenlik Önderi olacak.
( Yşa.9:6 )

Çünkü orada da doğacak olan çocuğa “Güçlü Tanrı” ismi verilir.

Daha Fazla Bilgi

Yine de bugün, yarın ve öbür gün yoluma devam etmeliyim. Çünkü bir peygamberin Yeruşalim’in dışında ölmesi düşünülemez!
( Luk.13:33 )

ayetinde şunu görüyoruz: İsa Mesih kendi ölümden bahsediyor.

Ey Yeruşalim! Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan Yeruşalim! Tavuğun civcivlerini kanatları altına topladığı gibi ben de kaç kez senin çocuklarını toplamak istedim, ama siz istemediniz.
( Luk.13:34 )

Kendisi birçok peygamber gibi Yeruşalim’de öldürülecek. Yani Rab bu şehri defarlaca uyarıyor, tövbeye çağrıyor, yargılamak istemiyor ama bu şehir Tanrı’dan gelen mesajı reddediyor ve mesajı verenleri öldürüyor. Rab daha ne yapsın? Yargılamaktan başka bir imkanı yok. Bu ol- guyu da Tevrat’ta defalarca Yeruşalim ile ilgili görüyoruz. Peygamber kelimesi burada bu şekilde kastediliyor. İsa Mesih bu sözleri Yeruşalime girerken, bu şehre gelecek olan Rabbin yargısın- dan korumak ve tövbeye döndürmek amacıyla söyledi. Tevrat’ın birçok peygamberleri gibi, Rab tarafından seçilmiş şehir Yeruşalim’e Rab’bin yargı gününü anlatıyordu (bkz. örneğin Luk.21:5 vs.) Bu yargı günü M.S. 70 tarihinde gerçek oldu, Yeruşalim ve tapınak yerle bir oldu.

İsa Mesih kendi kimliğini insanlara yavaş yavaş ve tarihi olaylara dayanarak gösteriyordu. Kimliğini belirtmek için farklı farklı kelimeler kullandı ve olaylar gerçekleştirdi. Yuhanna özel- likle kitabını ona göre düzenledi. İsa Mesih’in hayatında yedi tane kimlik sözleri ve onunla ilgili olayları okurun önüne koyuyor: Örneğin; İsa Mesih, binlerce kişiyi mucizevi bir şekilde doyurdu. Mucizenin anlamı hakkında konuşma yaptı. Konuşmanın ortasında şu söz var:

İsa, “Yaşam ekmeği Ben’im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz” dedi.
( Yu.6:35 )

Mucize kendi kimliğinin işareti idi bu iddiayı destekleyen, resmeden bir olay idi. İsa Mesih dinleyicileri eleştiriyor. Çünkü sadece maddi bir ekmek aldığından dolayı kendisine geldiler. Daha derin olan sonsuz hayatı aslında aramıyorlardı. Halbuki İsa Mesih onun için geldi ve onun için canını ve kanını vermeye hazırdı

Gökten inmiş olan diri ekmek Ben’im. Bu ekmekten yiyen sonsuza dek yaşayacak. Dünyanın yaşamı uğruna vereceğim ekmek de benim bedenimdir.
( Yuh.6:51 )

Dinleyicilerin çoğu, İsa Mesih’in böyle bir kimliğini kabul etmiyorlar ve onu terk ediyorlardı. O kimlik sözlerine göre, İsa Mesih sadece Rab’bin sözlerini insanlara anlatan birisi değildir.

Örneğin şunu söylüyor:

İsa, “Yol, gerçek ve yaşam Ben’im” dedi. “Benim aracılığım olmadan Baba’ya kimse gelemez.”
( Yu.14:6 )

Ya da şunu

Evet Baba, senin isteğin buydu. “Babam her şeyi bana teslim etti. Oğul’u, Baba’dan başka kimse tanımaz. Baba’yı da Oğul’dan ve Oğul’un O’nu tanıtmak istediği kişilerden başkası tanımaz. Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size rahat veririm.”
( Mat.11:26-28 )

ya da

İsa yanlarına gelip kendilerine şunları söyledi: “Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi. Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin; onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz edin; size buyurduğum her şeye uymayı onlara öğretin. İşte ben, dünyanın sonuna dek her an sizinle birlikteyim.”
(Mat.28:18-20 )

Bu kimlik sözleri aracılığıyla İsa Mesih kendisinin bir peygamberden çok ötesinde olan birisi olduğunu iddia ediyordu. Aynı zamanda geliş nedenini şöyle anlattı:

“Çünkü İnsanoğlu bile hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için fidye olarak vermeye geldi.”
(Mar.10:45)

İsa Mesih aslında ilk olarak söz söylemek için değil, ölmekle, canıyla bir bedel ödemek için geldi.

O halde peygamber sıfatını ve asıl kimliği birbiriyle nasıl ilişkilendirebiliriz? Bir örnek vere- cek olursak: Bir ülkenin cumhurbaşkanı bir memurdur. Ama onun memur sıfatı onun kimliğini yeterince açıklamıyor.

Daha Fazla Bilgi

Mesih sonsuzluktan beri var olan Rab’bin Kelamıdır. Farklı bir anlatımla: Mesih Allah’ın şu temel zati sıfatıdır: Allah’ın Kelamıdır, bilgisidir, sözüdür.

Öyleyse 2000 sene önce yaşayan, ölen ve dirilen Nasıralı İsa, Mesih olabildi? Bunu bir benzetme ile anlatalım:

Bir insan kendi fikirlerini kağıda dökebilir, mürekkeple yazabilir. Bu şekilde kişinin aklı, düşünmesi ve bilgisi, sınırlı bir şekilde olsa da görünür hale geliyor. Yazılmış kağıt yakılarak imha olursa yine de o insanın aklı ve fikirleri imha oldu demek değildir.

İsa Mesih hakkında şunu okuyoruz:

Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi…. Söz, insan olup aramızda yaşadı. O’nun yüceliğini – Baba’dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğul’un yüceliğini- gördük.
( Yuh.1:1-2,14 )

Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı’ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı. Ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçalttı.
( Fil.2:6-8)

İşte nasıl bir insanın aklı bir yazıda görünür hale gelebilirse, ezelden beri var olan Kelam Nasıralı İsa şahsında “insan oldu”, görünür hale geldi ve 2000 sene önce aramızda yaşadı. Allah’ın özüne sahip olduğu halde kendini alçaltıp kul özünü aldı.

Şimdi sorabiliriz: Yüce Allah’ın insanlara bu şekilde tecelli etmesi, yani görünür ya da duyulur hale gelmesi mümkün mü? Allah’ın daha önce insanlara farklı farklı şekillerde insanlara tecelli ettiğini okuyoruz: Örneğin Musa’ya dağda yanan ağacın ortasında göründü.

Şunu da sorabiliriz: İsa Mesih üç gün ölü olduğunda Allah aklını mı yitirdi? Tabi ki hayır. Nasıl üzerinde yazı olan bir kağıt imha olduğunda sadece yazının yazıldığı kağıt ortadan kalkar. Yazıyı kağıda yazan kişi ise ortadan kalkmaz. Bu çerçevede bakacak olursak İsa Mesih ölü olduğunda Allah’ın düşünme kapasitesi yani Söz’ü devam etti.

Daha Fazla Bilgi

Herhalde herhangi bir dünya görüşünde en önemli unsurlar en fazla tartışılan unsurlardır.

İslamiyette fıkıh, Allah’ın iradesi ve onun uygulaması ilahiyatın en önemli konusudur dolayısıyla en uzun ve hararetli tartışmalar da o konuda oldu. Örneğin Şii ve Sünni ana mezhepler fıkıh konusunun ana kaynakları (örneğin hadis koleksiyonları) hakkında bile mutabakata varamamıştır.

Sünni mezhepler (örneğin Türkiye’de Şafi ve Hanefi) arasında fıkhi farklılıklar bugüne kadar önemli bir konudur. Basit gündelik hayattan bir örnek gerekirse; bir erkek ile bir kadın tokalaşma mevzusu, dindar Müslüman arkadaşlarımın arasında da farklı görüşlere yol açıyor. Ya da dindar arkadaşlarımın birkaçı düğünlerinde müzik ve oynamak haramdır diye istemiyorlar. Türkiye’de hiç bitmeyen giyim kuşam tartışmaları da onun başka bir boyutudur. Ben bunu arkadaşlarımı eleştirmek için yazmıyorum. Şunu göstermek istiyorum: bu konular onlar için önemlidir ve doğrusunu yapmak istiyorlar. Bundan dolayı tartışmaya giriyorlar yoksa, tokalaşma niye önemli olsun diye es geçebiliyorlardı.

Allah bilgisi ile ilgili tartışmalar İslamiyette yok değilse de (örneğin Kelam ezel ve Allah’ın subuti bir sıfatı mı yoksa yaratılmış mı; ya da Türkiye’de yaygın olan vahdet-i vücut tartışmaları, ya da En-el Hak anlayışı vs.) kıyaslama daha azdır. Allah ile ilgili bilgi ve açıklama da kısıtlı, ona atfedilmiş sıfatlardan onun kim olduğuna dair bir şey öğrenmek pek mümkün değil, ilahi sıfatlar zatın aynı olmadığı gibi gayri de değildir.

Hristiyanlıkta ise Allan’ın kimliği ve kişiliği ilahiyatın en önemli konusudur.

Tanrı eski zamanlarda peygamberler aracılığıyla birçok kez çeşitli yollardan atalarımıza seslendi. Bu son çağda da her şeye mirasçı kıldığı ve aracılığıyla evreni yarattığı kendi Oğlu’yla bize seslenmiştir. Oğul, Tanrı yüceliğinin parıltısı, O’nun varlığının öz görünümüdür. Güçlü sözüyle her şeyi devam ettirir. Günahlardan arınmayı sağladıktan sonra, yücelerde ulu Tanrı’nın sağında oturdu.
( İbr.1:1-3 )

Allah’ın iradesi ve bu iradeyi uygulama konusu Allahın kimliğine dayanıyor, buyruklar Al- lah’ın karakterinde olan erdemlerin ve prensiplerin sonucudur.

Ama siz seçilmiş soy, Kral’ın kâhinleri, kutsal ulus, Tanrı’nın öz halkısınız. Sizi karan- lıktan şaşılası ışığına çağıran Tanrı’nın erdemlerini duyurmak için seçildiniz.
( 1Pe.2:9 )

Bundan dolayı Hristiyanlıkta Allah’ın kimlik ve kişilik konusunda en yaygın tartışmalar, tarihte de ve bugün de mevcuttur.
İsa Mesih’in Tanrılığı konusunda İncil’in sözleri çok net ve açıktır: Bir örnek gerekirse:

Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı…. Söz, insan olup aramızda yaşadı. O’nun yüceliğini -Baba’dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğul’un yüceliğini- gördük.
( Yu.1:1-3,14 )

ya da

İsa yanlarına gelip kendilerine şunları söyledi: «Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi. Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin; onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz edin;
( Mat.28:18-19 )

(dikkatiniz çekmek istiyorum burada “ad” kelimesi çoğul değil, tekildir, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üç farklı varlık değildir). Matta kitabı okurunu bu doruk noktasına doğru götürüyor, yani İsa Mesih’in insanlığından Tanrılığına doğru anlatıyor.

Ve Matta bu konuda Eski Ahit’in peygamberlerinden referans gösteriyor. Eğer bir örnek gerekirse

Çünkü bize bir çocuk doğacak, Bize bir oğul verilecek. Yönetim onun omuzlarında olacak. Onun adı Harika Öğütçü, Güçlü Tanrı, Ebedi Baba, Esenlik Önderi olacak.
( Yşa.9:6 )

Bu ayet M.Ö. 700 civarında Yeşaya peygamber tarafından vaat edilmiş olan çocuk “Güçlü Tanrı”dır. Daha net nasıl onun Tanrılığı ifade edilebilir ki? Nasıl olur da bu konu üzerine tartışma oldu? Net ifadeler tartışmayı önlemez mi? Hayır önlemez. Paradoks/ikilem gibi gözüken net ifadeler yapıcı tartışmanın asıl malzemesidir. Bunu tarihte örneğin kvantum mekanik tartışmasında görüyoruz (örneğin ışık bir dalga mı, bir top gibi bir parçacık mı? ya da nasıl ikisi birarada olabilir?) Mesele şu: Yeşaya’nın net ifadesi nasıl Kutsal Kitap’ın başka net ifadeler ile biraraya getirilebilir, tutarlı bir şekilde derinlikte anlaşılabilir? Yani İsa Mesih’in Allah olduğunu okuduğu- muzda hemen şu soru aklımıza geliyor: İsa Mesih Allah ise bu ne demektir? Nasıl ve ne an- lamda Yüce Allah “insan olup aramızda yaşadı”. Yüce Allah “ötesinde/kutsal/mekan ve zaman- dan münezzeh” olduğuna göre nasıl mekan ve zaman içerisinde hakiki bir insan aracılığıyla bizi ziyaret etti? Ve örneğin İncil’e göre Allah tektir. Bkz. örneğin: Tek Allah’a inanmak en önemli buyruktur.

Onların tartışmalarını dinleyen ve İsa’nın onlara güzel yanıt verdiğini gören bir din bilgini yaklaşıp O’na, “Buyrukların en önemlisi hangisidir?” diye sordu. İsa şöyle karşılık verdi: “En önemlisi şudur: ‘Dinle, ey İsrail! Tanrımız Rab tek Rab’dir. Tanrın Rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle seveceksin.”
( Mar.12:28-30 )

Tek Allah inancını dile getirmek ve anlamak için kavramlar düzenlemek pek gerekli değildi. Çünkü soru ve tartışma yaratacak bir konu da değil. Ama nasıl İslamiyette Allah’ın sıfatları konusunda uzun uzadıya tartışmalar olduysa ve nihayet zati, subuti, selbi, fiili, haberi sıfatlar diye kavramlar geliştirildiyse ve tartıştıldıysa Hristiyanlıkta da Allah’ın teslisi konusunda kavram tartış- maları uzun sürdü. Sonucu size belki tanıdığınız kavramlar ile anlatmaya çalışıyım: Allah’ın üç temel zati sıfatları var, onlar

1. mevcudiyeti/varoluşun kaynağı olma zati sıfatı ki buna Hristiyanlar “Baba” (manevi an- lamda) diyorlar,
2. Logos/Kelam/Zeka/Düşünme kapasite zati sıfatı ki buna Hristiyanlar “Oğul” (manevi anlamda) diyorlar (Hristiyanlıkta Kelam subuti sıfatı değil, zati bir sıfat).
3. yaşama/güç/ruh zati sıfatı ki buna Hristiyanlar “Kutsal Ruh” diyorlar.

2000 sene önce yaşayan İsa Mesih “Oğul” zati sıfatın görünüşü/tecellisi idi. Bu konuda ayrıntılı bir açıklama istiyorsanız şuraya gidebilirsiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=Eo8qfPLcxnY

İslamiyette de tarihinde “Kelam ezel midir, yaratılmış mıdır” tartışması M.S. 7 yy’da oldu.

Bu tartışma İsa Mesih’in kimliği ile ilgili tartışmasına benziyor.

Daha Fazla Bilgi

Evet İsa Mesih İncil’i yazmadı. Bunun nedenini anlamak için İsa Mesih’in kimliğini anlamamız lazım.

Sonsuzluktan beri Yüce Rabbin önünde Kelamı vardı ve o Kelam onun özüne sahip idi. O Kelam insan oldu, Nasıralı İsa Mesih.

Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı.
( Yuh.1:1-3 )

Söz, insan olup aramızda yaşadı. O’nun yüceliğini -Baba’dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğul’un yüceliğini- gördük.
( Yuh.1:14 )

Bundan dolayı İsa Mesih kendisini tanıtan Yahya peygamber hakkında şunu dile getirdi:

Öyleyse ne görmeye gittiniz? Bir peygamber mi? Evet! Size şunu söyleyeyim, gördüğünüz kişi peygamberden de üstündür. ‘İşte, habercimi senin önünden gönderiyorum; O önden gidip senin yolunu hazırlayacak´ diye yazılmış olan sözler onunla ilgilidir. Size doğrusunu söyleyeyim, kadından doğanlar arasında Vaftizci Yahya’dan daha üstün biri çıkmamıştır. Bununla birlikte, Göklerin Egemenliği’nde en küçük olan ondan üstündür.
( Mat.11:9-11 )

Yahya peygamberdi ama bütün peygamberlerden de üstün bir konuma sahipti. Çünkü bütün önceki peygamberler gibi Kelamın geleceğini uzaktan anlatmadı, yakından, görerek anlattı. Yine de İsa Mesih’in kurtuluşunu tecrübe edip onun egemenliğinde olan en küçük Mesih inanlı bütün peygamberlerden ve hatta Yahya’dan üstündür. Çünkü peygamberler – Yahya dahil – bu kurtuluşu ancak uzaktan gördüler. Mesih imanlıları ise onu her gün tecrübe ediyorlar.

Rab, Tevratta olsun, İncil’de de olsun genellikle sözünü kendi eliyle yazmıyor. Sözünü yaz- mak için elçi ya da peygamber kullanıyor. İsa Mesih gökten gelen Kelam, Rabbin özüne sahip olduğundan dolayı da kendisi bir kitap yazmadı. Bu görevi görgü tanıkları olan Mesih’in elçilerine ve Mesih’in peygamberlerine verdi:

Bu sır önceki kuşaklara açıkça bildirilmemişti. Şimdiyse Mesih’in kutsal elçilerine ve peygamberlerine Ruh aracılığıyla açıklanmış bulunuyor.
( Ef.3:5 )

İsa, “Beni gördüğün için mi iman ettin?” dedi. “Görmeden iman edenlere ne mutlu!” İsa, öğrencilerinin önünde, bu kitapta yazılı olmayan başka birçok doğaüstü belirti gerçekleştirdi. Ne var ki yazılanlar, İsa’nın, Tanrı’nın Oğlu Mesih olduğuna iman edesiniz ve iman ederek O’nun adıyla yaşama kavuşasınız diye yazılmıştır.
( Yuh.20:29-31 )

Elçilerle peygamberlerden oluşan temel üzerine inşa edildiniz. Köşe taşı Mesih İsa’nın kendisidir.
( Ef.2:20 )

Daha Fazla Bilgi

Güzel bir soru. Bu soru insan ile Rab arasındaki iletişim şekli ve onun güvenilirliği hakkında bir sorudur. Kutsal Kitap’ta Rab hiç bir peygamberi kullanmadan da kendisi de yazı yazdı:

RAB Tanrı parmağıyla yazmış olduğu iki taş levhayı bana verdi. Bu levhalar, dağda toplandığınız gün RAB’bin ateşin içinden size bildirdiği bütün buyrukları içermekteydi.
( Yas.9:10 )

Yani isteseydi hiç bir insanı kullanmadan her şeyi kendi kendine yazıp bize aktarabilirdi. (Daha sonra böyle bir şey hakikaten de bir bakış açısından olduğunu göstereceğim). Niye yapa- masın? Kendi el ile yapılmış orijinali de koruyabilmez miydi? O halde iletişimde kendi tarafından hiç bir eksiklik ve hata ihtimali ve hiç bir şüphe kalmaz mıydı? Ama Rab onu yapmadı. O halde sormalıyız: niye insan ile iletişiminde başka bir insan örneğin bir peygamber kullansın? Niye böyle bir sürece girsin? Ne gereği vardı? Niye bu şeklide mesajını insanlara verdi? Bu çerçevede soruyu ele alalım.
Kutsal Kitap bu soruya şöyle cevap veriyor:

Kutsal Yazılar’ın tümü Tanrı esinlemesidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek, doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır.
( 2Ti.3:16 )

(burada esinlenmiş kelimesi – Grekçe’de teopneustos yani Tanrı tarafından Ruh aracılığyla üflenmiş)

Öncelikle şunu bilin ki, Kutsal Yazılar’daki hiçbir peygamberlik sözü kimsenin özel yorumu değildir. Çünkü hiçbir peygamberlik sözü insan isteğinden kaynaklanmadı. Kutsal Ruh tarafından yöneltilen insanlar Tanrı’nın sözlerini ilettiler.
( 2Pe.1:20-21 )

Rab insan ile iletişimin içinde kendi Ruhunu kullanıyor. Ruh kelimesi ile Kutsal Kitap neyi kastediyor?

Yazılmış olduğu gibi, “Tanrı’nın kendisini sevenler için hazırladıklarını Hiçbir göz görmedi, Hiçbir kulak duymadı, Hiçbir insan yüreği kavramadı.” Oysa Tanrı Ruh aracılığıyla bunları bize açıkladı. Çünkü Ruh her şeyi, Tanrı’nın derin düşüncelerini bile araştırır. İnsanın düşüncelerini, insanın içindeki ruhundan başka kim bilebilir? Bunun gibi, Tanrı’nın düşüncelerini de Tanrı’nın Ruhu’ndan başkası bilemez. Tanrı’nın bize lütfettiklerini bilelim diye, bu dünyanın ruhunu değil, Tanrı’dan gelen Ruh’u aldık.Ruhsal kişilere ruhsal gerçekleri açıklarken, Tanrı’nın lütfettiklerini insan bilgeliğinin öğrettiği sözlerle değil, Ruh’un öğrettiği sözlerle bildiririz. Doğal kişi, Tanrı’nın Ruhu’yla ilgili gerçekleri kabul etmez. Çünkü bunlar ona saçma gelir, ruhça değerlendirildikleri için bunları anlayamaz.
( 1Ko.2:9-14 )

Rab’bin Ruhu, onun en derin sırlarını bilendir. Rab Ruhunu insan ile paylaşabilir. Tanrı’nın Ruh’u insandaki ruhun en gizemli köşesine bile dokunabilir. Peygamberlerin yazdıkları yazının hepsi bu şekilde oluştu. Rabbin sözünü sık sık duysalar da bu yetmezdi. Peygamber Rabbin iç yüzünü Ruhun dokunuşunu bilen biridir. Çünkü iletişim (hatta insanlar arasındaki iletişim) sözlerin ötesinde olan bir şeydir. Temelde ses dalgaları veya harflerle değil iç varlıklar arasında olan bir olaydır. Çünkü insanlar Rab’bin sözlerini eksiksiz ezbere bilirlerse de, Rab’bin sözlerinden hiçbirini anlamış olmayabilirler. Doğru anlamak için sözlerin ötesinde bir iletişim lazım. Çünkü örneğin bilgisayarım bile sözleri insandan daha iyi ezberleyebilir ama hiçbirini anlamaz. Çünkü bilgisayarın ruhu yok. Rab’bin sözü olan Kutsal Kitap’ı anlamak için ise insanın aklı yetersiz kalır. Kutsal Ruh’un dokunuşu lazım, yoksa iletişim hedefe ulaşamaz ve insan Rabbi anlayamaz. Çünkü Rab insanın ruhuna konuşmak istiyor sadece aklına değil. Öyle ki insan bir bütün olarak etkilensin, içinden Rab’bin sözünü bilsin ve harekete geçsin.

Şimdi İsa Mesih’in kendisi peygamberlerden farklı olarak sadece mesajını veren ya da ak- taran bir insan değildi. İsa Mesih mesaj olan bir insandı. Bir bakış açısından dünyaya inmiş sonsuz Kelam (Söz) idi.

Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı.
( Yuh.1:1-3 )

Söz, insan olup aramızda yaşadı. O’nun yüceliğini -Baba’dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğul’un yüceliğini- gördük.
( Yuh.1:14 )

Bu Kelam bir bakış açısından Rab’bin dolaysız Yazısıydı. Hayatıyla bize Rab’bin kimliğini göstererek mükemmel bir şekilde aktardı ve Rab’bin kurtuluşunu hayatında gerçekleştirdi.

Tanrı’yı hiçbir zaman hiç kimse görmedi. Baba’nın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik Oğul O’nu tanıttı.
( Yuh.1:18 )

Daha Fazla Bilgi

Her insanın soyağacı var. Anne, baba, annesinin annesi, annesinin babası, babasının annesi, babasının babası vs.

İncil’de İsa Mesih’in soyağacının iki tane uzun dalı bize sunuluyor. Matta, kitabında böyle bir dal ile başlatıyor. Zaman içerisinde ileriye giden bir dal. O dal Rabbin kurtuluş tarihi içerisinde konumunu gösteriyor. Rabbin eski vaatlerine dayanıyor. Luka kitabının içerisinde bulunan dal İsa Mesih’in hizmetinin başlangıcında veriliyor. Bu dal zaman içerisinde geriye gidiyor. İsa Mesih’in insanlık tarihi içerisindeki konumunu gösteriyor.

Daha teferruatlı bakalım:

Matta genel olarak kitabında Tevrat’ın vaatlerinden yola çıkıyor. Tarihi Rabbin kurtuluş tarihi olarak gözlerimizin önüne koyuyor.

Soyacağacının başlangıcı bundan dolayı ilk büyük vaadini alan İbrahim peygamberinde başlıyor ve önüne doğru gidiyor.

İbrahim oğlu, Davut oğlu İsa Mesih’in soy kaydı şöyledir: İbrahim İshak’ın babasıydı, İshak Yakup’un babasıydı, Yakup Yahuda ve kardeşlerinin babasıydı…
( Mat.1:1 )

İbrahim’e şu vaat verildi:

Seni kutsayanları kutsayacak, Seni lanetleyeni lanetleyeceğim. Yeryüzündeki bütün halklar Senin aracılığınla kutsanacak.
( Yar.12:3 )

Soyunun aracılığıyla yeryüzündeki bütün uluslar kutsanacak. Çünkü sözümü dinledin.
( Yar.22:18 )

Daha sonra adı geçen Davut’a şu vaat verildi:

“Soyun ve krallığın sonsuza dek önümde duracak; tahtın sonsuza dek sürecektir.”
( 2Sa.7:16 )

Matta’nın soyağacı şunu gösteriyor: Burada iki kişiye soy ile ilgili vaat verildi. Bu vaat Nasıralı İsa’da gerçek oldu. Nasıralı İsa hakikaten onların soyundandır. Yahudi halkının kralları Rabbin vaadine göre Davutoğulları idi. Onlar bir hanedan oluşturuyorlardı. Mesih o hanedanın hedef noktası idi. Soyağacı zaman içerisinde ileriye doğru gidiyor çünkü insanlar bu vaatlerin gerçekleşmesini kuşaktan kuşağa bekliyorlardı. Vaat ile ilgili beş tane kadın da soykayıt geleneğine aykırı olarak bu soyağacın içerisine koyuyor. Matta kitabı bununla başlatıyor çünkü bir bakış açısından şunu dile getiriyor: İsa Mesih işte bu vaatlerin odak noktası.

Luka ise özellikle bilimsel bir tarihçi. Nasıralı İsa’nın insanlık tarihinin bir parçası, görgü tanıklarıyla belgelendirilir bir kişi olarak gösteriyor:

Sayın Teofilos, Birçok kişi aramızda olup bitenlerin tarihçesini yazmaya girişti. Nitekim başlangıçtan beri bu olayların görgü tanığı ve Tanrı sözünün hizmetkârı olanlar bunları bize ilettiler. Ben de bütün bu olayları ta başından özenle araştırmış biri olarak bunları sana sırasıyla yazmayı uygun gördüm.
( Luk.1:1-3 )

İsa Mesih’in doğumu, büyümesi ve hizmet için hazırlanışı anlattıktan sonra, hizmeti başlar başlamaz zaman içerisinde geriye bakıyor: Bir tarihçi olarak o hizmetin başlangıcında hizmet eden kişinin üvey babası (Yusuf), annesinin babası (Eli), vs. gösteriyor. Soy kaydının ilk halkalarının kelime kelime tercümesi şöyle:

“İsa, hizmetine başladığı zaman, otuz yaşlarında idi, ve zannedildiği üzre, Yusuf oğlu, Eli oğlu,” (Luk.3:23)

Zamanın tarihçi geleneğine göre onun soykaydında sadece erkek isimleri var. Soyağacın sonu ise Adem, yani ilk insan.

Luka bu şekilde İsa Mesih’in tarihin içerisinde Ademe kadar geriye takip edilebilecek bir insan olduğunu vurgulamak istiyor. Bu şeklide de İsa Mesih ile yeni bir insanlık başladığını dile getiriyor. Ama bu yeni insanlık onun hizmetiyle şekil alırsa da, her insan için bir etkiye sahiptir. Bu fikir şöyle de dile getiriliyor:

Günah bir insan aracılığıyla, ölüm de günah aracılığıyla dünyaya girdi. Böylece ölüm bütün insanlara yayıldı. Çünkü hepsi günah işledi.
( Rom.5:12 )

Ne var ki, Tanrı’nın armağanı Adem’in suçu gibi değildir. Çünkü bir kişinin suçu yüzünden birçokları öldüyse, Tanrı’nın lütfu ve bir tek adamın, yani İsa Mesih’in lütfuyla verilen bağış birçokları yararına daha da çoğaldı. Tanrı’nın bağışı o tek adamın günahının sonucu gibi değildir. Tek suçtan sonra verilen yargı mahkûmiyet getirdi; oysa birçok suçtan sonra verilen armağan aklanmayı sağladı. Çünkü ölüm bir tek adamın suçu yüzünden o tek adam aracılığıyla egemenlik sürdüyse, Tanrı’nın bol lütfunu ve aklanma bağışını alanların bir tek adam, yani İsa Mesih sayesinde yaşamda egemenlik sürecekleri çok daha kesindir.
( Rom.5:15-17 )

Uzun zaman önce geçmişte yaşayan insanların çoğu hakkında herhangi bir kayıt kalmadı. İsimleri çoktan unutuldu. Sadece bazı kişiler hakkında ise kayıt var.

Onun yanısıra tarihte var olmayan, eski çağda icat edilmiş efsanevi kişiler de var. Bu efsanevi kişilerin de bazıları unutulmuş olsa da bazıların kaydı mevcut.

“Nasıralı İsa’nın yaşadığına dair kanıt var mı?” sorusunu şu şekilde sorabiliriz: Nasıralı İsa’nın örneğin İncil’in Luka kısmında eski çağdan yazılı bir kaydı kaldı. Efsanevi, icat edilmiş bir kişi miydi yoksa tarihte yaşamış olan bir kişi miydi?

Eski çağdan kalma kayıtlı kişiler hakkında bu soru genel olarak sorulur. Kayıtlı kişi icat edilmiş birisi yoksa hakiki, yaşamış olan bir kişi. Bu soruya cevap bulmak için kriterler var.

Kriterlerin bazıları şöyledir;

1. Bu kişi hakkındaki kaynakların kaleme alma tarihi, kişinin yaşadığı zamana ne kadar yakındır?
2. Bu kaynaklar edebiyat bakış açısından hangi türdendir?
3. Bu kayakların neye dayandığını açıklar mı?
4. Bu kaynaklar birbirinden bağımsız ve farklı farklı ortamlardan mı?
5. Bu kaynaklar icat/masal ise o icadın/masalın fonksiyonu nedir?

Bir örnek ele alalım: ünlü Yunan felsefeci Eflatun. Onun icat edilmiş bir kişi olduğunu düşünen bir tarihçi pek yok. Eflatun’un hayatını anlatan en eski kaynağımız Diogenes Laertius adlı bir felsefe tarihçisi M.S. üçüncü asırda yazıldığını düşünülüyor. Eflatun’un M.Ö. üçüncü ve dördüncü asırda yaşadığını düşünülüyor. Bu kaynak ona göre en az 600 sene sonra kaleme alındı. Bu bi- ografisinin elimizde olan en eski kopyası onbirinci asırdandır. Eflatun’un yaşadığı süreden sonra 1400 sene. Diogenes Laertius kendi dönemin kaynaklarının orijinalı okumadı, üçüncü, dördüncü elden bilgiler topladı. Eserin hedefi bilimsel değildi, ilginç alıntılar ile okurunun ilgisini çekmek istedi. Yine de yazdıkları masal şeklinde değildi.

İsa Mesih de eski çağda kayıdı olan bir kişidir. Örneğin M.S. birinci asırda yaşayan Luka adlı bir tarihçi tarafından yazılmış İsa Mesih’in hayatını ve erken Hristiyanlık tarihi anlatan bir monografisi var.

Monografi’nin en son anlatılan olay M.S. 62 tarihinde. M.S. 64-65 senesinde eserin içinde geçen Pavlus öldürüldü. Yazar bu önemli olay anlatmadığına göre o tarihten önce bitirdi. İsa Mesih’in ölümünden en fazla 34 sene sonra kaleme aldı. Eserinin elimizde olan en erken kopyası M.S. üçüncü asırdan kalmış olan Bodmer papirüs P75, yani olaylardan en fazla 270 sene sonra. Luka yazma hedefini şu şekilde anlatıyor:

Sayın Teofilos, Birçok kişi aramızda olup bitenlerin tarihçesini yazmaya girişti. Nitekim başlangıçtan beri bu olayların görgü tanığı ve Tanrı sözünün hizmetkârı olanlar bunları bize ilettiler. Ben de bütün bu olayları ta başından özenle araştırmış biri olarak bunları sana sırasıyla yazmayı uygun gördüm.
( Luk.1:1-3 )

Kaynaklar edebiyat bakış açısından görgü tanıkları. Luka bunu eserin başında belirtiyor ve onun önemini vurguluyor. Okuruna sağlam bilgi vermeyi hedefliyor. Birçok kaynağa başvurdu. Masal/icat gibi bir hedefi yoktu. Luka’nın dışında birinci ve ikinci asırda Hristiyan ve Hristiyan ol- mayan (örneğin Josephus, Tacitus, Suetonius, Talmud) tarihçiler İsa Mesih hakkında yazdı. Hris- tiyan olmayan tarihçiler, Luka’nın yazdıklarının bazı önemli bilgileri teyit ediyor. Örneğin: Yahya adlı bir kişinin, İsa Mesih’in öncüsü ve desteleyicisi olduğunu yazıyorlar. İsa Mesih’in mucize yapan birisi olduğunu yazıyorlar. İsa Mesih’in çarmıhtaki ölümü Roma vali Pontius Pilatius’un döneminde olduğunu yazıyorlar. Ailesinin başka fertlerin isimleri ve Yahudi uleması ile ilgili zıtlığı anlatıyorlar.

Üçüncü bir örnek olarak Büyük İskender de ele alalım. Eski çağdan kalma beş tane biyo- grafisi var. Elimizde en erken biyografisi büyük İskenderin yaşadığı zamandan en az 400 sene sonra Plutarch adlı bir şahıs tarafından kaleme alındı. Plutarch kendisinin önündeki, kısmen ef- sanevi kaynakları okudu. Efsanevi kısımlarını, mümkünse tarihi gerçeklerden ayırt etmeye çalıştı, ki kendisine göre bu sık sık pek mümkün değildi. Onun hedefi okurunun önüne anlattığı kişinin karakterini ve erdemlerini koymaktı. Ama tarihi gerçekleri de sadık bir şekilde okurun önüne koymak istedi.

Yukarıda verilmiş olan kriterlerine göre Büyük İskender’in ya da Eflatun’un hayatı hakkında bildiklerimiz İsa Mesih’in hayatı hakkında bildikerlimiz çok çok daha az sağlam ve şüpheli gözüküyor. Ama tabi ki örneğin büyük İskender adı taşıyan yazıtlar ve paralar öne sürülebilir. Ama yazıtlar bağımsız olarak genellikle çok fazla bir bilgi vermiyor. Tabi ki İskender adlı bir şahsın ya da birkaç şahıs olduğunu gösteriyor. Ama onun ya da onların tarih kitaplarımızdaki İskender ile alakalı olup olmadığını sırf ondan dolayı bilemiyoruz. Paralar da İskender adı taşıyorlarsa, o paralar üzerinde gösterilmiş resim ise Herkül, yani efsanevi bir kişi gösteriyor. Demek ki orada gösterilmiş İsk- ender adlı şahıs belki Herkül gibi sadece efsanevi bir varlık olabilirdi diye şüphelenebilir.

Velhasıl: Büyük İskender’in ya da Eflatun’un varlığından şüphelenen varsa ancak modern çağda ortaya çıktı ve genellikle komplo teorilerin ötesine gitmeyen dayanaklarından geliyorlardı. İsa Mesih’in varlığından şüphelenen olduysa daha da büyük komplo teoriler icat etmek zorunda.

Daha Fazla Bilgi

İbadet kelimesi Arapça’nın abd (kul) kelimesinden türetilmiş bir söz. İbadet abd kelimesine göre “Rab’be kulluğunu göstermek üzere yaptığı hareketler ” (Kubbealtı Lügatı). İncil’in bu konuda söylediği en önemli kısım şudur:

Öyleyse kardeşlerim, Tanrı’nın merhameti adına size yalvarırım: Bedenlerinizi diri, kutsal, Tanrı’yı hoşnut eden birer kurban olarak sunun. Ruhsal tapınmanız budur. 2 Bu çağın gidişine uymayın; bunun yerine, Tanrı’nın iyi, beğenilir ve yetkin isteğinin ne olduğunu ayırt edebilmek için düşüncenizin yenilenmesiyle değişin.
( Rom.12:1-2 )

Bu ayetler ruhsal tapınmanın ya da ibadetin dayanağını, temelini ve şeklini anlatır. Yukarı- daki ayetlere göre tapınmanın dayanağı Rabbin merhametidir. Tapınmanın temeli kendi kendini Rabbe diri kurban olarak sunmaktır. Hayatı bir bütün olarak ona adanmış olarak yaşamaktır. Tapınmanın şekli ise geleneklerinden ve düşünme kalıplarından vazgeçip Rabbin karakterini ve hedeflerini anlayıp ona göre düşümeyi ve gündelik hayatının teferruatlarında karar vermeyi öğrenmektir.

İbadet’in dayanağı Rabbin merhametidir. Hiç bir insan doğal olarak Rabbin kulu değildir. Tersine her insan doğal olarak kendi benliğin kölesidir. Rab bize merhamet edip Mesih’i bu dünyaya gönderdi.

Öyleyse sonsuz Ruh aracılığıyla kendini lekesiz olarak Tanrı’ya sunmuş olan Mesih’in kanının, diri Tanrı’ya kulluk edebilmemiz için vicdanımızı ölü işlerden temizleyeceği ne kadar daha kesindir!
( İbr.9:14 )

Ancak Mesih’in kefaretinden dolayı, günahları bağışlanmış günah köleliğinden azat edilmiş kişiler olarak Rabbe kulluk edebiliriz.

İbadet’in temeli hayatın her dakikasını Rabbe ait bir kişi olarak Rabbin huzurunda yaşamak- tır. Onun hazırladığı iyi işler idrak edip yapmaktır.

İbadet’in şekli ise düşünce tarzımızı yenilemektir. Rabbin karakterini anlayıp, onun düşünce tarzını öğrenip ona hayaran kalmak onun için esastır. Tanrı için kendi sözü olan Kutsal Kitapı her gün okuyup ya da dinleyip derin derin düşünmemiz lazım.

İsa ona şu karşılığı verdi: “‘İnsan yalnız ekmekle yaşamaz, Tanrı’nın ağzından çıkan her sözle yaşar’ diye yazılmıştır.”
( Mat.4:4 )

İbadet, insanın Rabbe yönelik doğru yürek tutumu ve ondan kaynaklanan eylemlerdir. Rabbe yönelik doğru yürek tutumu ise nedir? Bunu anlamak için Yaradanın insanı nasıl birisi olarak yarattığına bakmamız lazım.

Tanrı, “Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.” Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı.
( Yar.1:26-27 )

Tevratın ilk sayfalarında insan Rabbin suretinde yaratılmış bir varlık olarak hayvandan ayırt edilir. Suretinde yaratılmış olması ne demektir? Derin, kişisel, gönül gönüle yankı ve dokunuş yapan bir ilişki için yaratıldı. Hedef: bu dünyayı beraber o ilişkiye dayalı iyi hükmetmek.

Doğru ibadet bir bakış açısından bu ilişkiyi derinleştiren, gönül gönüle yankı yaratan hareketlerdir.

Ve bu hareketlerin sonucu bu ilişki derinleştirme zamanın dışında olan zamanlarda gündelik hay- atında doğru bir davranışa götürmezse boştur.

Rab için bir insanın yüreği ve yürek tutumu her şeyden önemlidir.

RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. 6 İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı.
( Yar.6:5-6 )

Ama RAB Samuel’e, “Onun yakışıklı ve uzun boylu olduğuna bakma” dedi, “Ben onu reddettim. Çünkü RAB insanın gördüğü gibi görmez; insan dış görünüşe, RAB ise yüreğe bakar.”
( 1Sa.16:7 )

İbadetin özü dolaysıyla insanın yüreği ile alakalı olmalıdır.

İbadetin iki önemli şekli var: Tapınma ve gündelik hayat. Tapınma Rab’bi derinlikte anlayıp ona hayran kalarak, onu kimliğinden dolayı övmek, yüceltmek, şükretmek, ona karşı derin saygı ve sevgi dile getirmek. Bir insan aşkını nasıl ilan ve ifade eden biriyse bir bakış açısından ona benziyor. Mekan, zaman ya da vücudun hareketleri Rab için önemli değil. Yeter ki o dış şartlar ve hareketler insanın içindeki durumunu desteklesin. Ona göre diz çökmek, gözlerini kapatmak, oynamak, ellerini kaldırmak, bağırıp haykırmak, ilahi söylemek vs. hepsi faydalı olabilir hepsi Kutsal Kitap’ta muhtelif yerlerde yer alıyor. Bu ibadet şekli konusunda şu ayetler çok önemli:

Daha Fazla Bilgi

Oruç törensel bir ibadettir. Törensel ibadetler yüreğimizde olan görünmez bir durumu görünür haline getirir. Normal hayatta buna benzeyen bir örnek dostluk ve üzüntüdür.

Dostluğun aslı görünür olmayan gönlümüzde olan bir yakınlık. Örneğin bir dostumuzun derin üzüntüsünü var diyelim. O üzüntüyü onunla paylaşıp onun önünde gözyaşı dökmek, ağzına bir lokma koyamamak dostluğunun görünür bir ifadesidir.

Bundan dolayı sormamız lazım: Oruç hangi görünmez gerçeğin ifadesidir? Aç kalmamız, yemek beklentilerimizin karşılanmaması neyi ifade eder? Niye Rab bir insanın aç kalmasını is- tesin, niye böyle bir durumdan hoşlansın?

Rab insanı yarattığında ahlaki anlamda güzel meyve veren birer ağaç gibi düşledi. İnsan sadece kendisi için yaşamasın diye Rab insanın doğruluğunu görüp sevinmek istedi. Başka in- sanlar faydalı olan insanın doğruluğunu ve yardımseverliğini görüp Yaratana şükretsinler. Güzel meyveler, insanın tatlı iyi işler ve yürek doğruluğu olacaktı. Kutsal Kitap bundan sık sık söz ediyor:

Doğru kişinin işleri yaşam ağacının meyvesine benzer (Özdeyişler 11:30a)

Ne mutlu o insana ki, kötülerin öğüdüyle yürümez, Günahkârların yolunda durmaz, Alaycıların arasında oturmaz. Ancak zevkini RAB’bin Yasası’ndan alır Ve gece gündüz onun üzerinde derin derin düşünür. Böylesi akarsu kıyılarına dikilmiş ağaca benzer, Meyvesini mevsiminde verir, Yaprağı hiç solmaz. Yaptığı her işi başarır. ( Mez.1:1-3 )

Tanrı insanlara, yani size ve bana bakarsa, neyi görür?

RAB göklerden bakar oldu insanlara, Akıllı, Tanrı’yı arayan biri var mı diye. 3 Hepsi saptı, Tümü yozlaştı, İyilik eden yok, Bir kişi bile! ( Mez.14:2-3 )

Rab dolaysıyla çok üzülüyor. Ve bizim ahlaki bakış açısından eksikliğimizi, kendi beklen- tisinin hiç karşılanmadığını hissediyor.

Vay halime benim! Yazın meyve toplandıktan Ve bağbozumundan artakalan üzümler alındıktan sonra Tek bir salkım bulamayan adam gibiyim. Canım turfanda inciri nasıl da çekiyor! 2 Ülkede Tanrı’ya sadık kul kalmadı. İnsanlar arasında dürüst kimse yok. Herkes kan dökmek için pusuda. Kardeş kardeşe tuzak kuruyor. 3 Kötülük yapmakta elleri ne becerikli! Önderler armağan istiyor, yargıçlar rüşvet alıyor. Güçlüler her istediklerini zorla yaptırıyor, Düzen üstüne düzen kuruyorlar. 4 En iyileri çalı çırpıdan değersiz, En dürüstleri dikenli çitten beterdir. Ama peygamberlerinin uyardığı gibi, Cezalandırılacakları gün geldi çattı. Şaşkınlık içindeler şimdi. ( Mik.7:1-4 )

Ayrıca Rab’de insanların bu dünyadaki meydana gelen ezik, eksik ve bozuk durumlarına da üzülüyor.

Yüce ve görkemli Olan, Sonsuzlukta yaşayan, adı Kutsal Olan diyor ki, “Yüksek ve kutsal yerde yaşadığım halde, Alçakgönüllülerle, ezilenlerle birlikteyim. Yüreklerini sevindirmek için ezilenlerin yanındayım.” (Yşa.57:15 )

Oruç ile alakalı yukarıdaki ayete bakarsak bu derin eksikliği Rab ile beraber hissetmektir. Rab’be bu şekilde yakın olmak ve onun üzüntüsünü paylaşmaktır. Dolaysıyla ağzımıza bir lokma koymamaktır. Rab ile kendi hayatımızın ve etrafımızdaki dünyanın günahkarlığını, bozukluğunu, eksikliğini duada dile getirmek ve değişim için yalvarmaktır. Ve dolaysıyla eksikliği ve bozukluğu gidermeye can atmak ve somut adımlar için dua etmektir.

Hakiki bir orucun sonucu o bakış açısından hem Rab’be yakınlık hem de değişmiş bir hayat tarzıdır. Rabbin beklentileri karşılansın diye bir uğraştır.

Diyorlar ki, ‘Oruç tuttuğumuzu neden görmüyor, İsteklerimizi denetlediğimizi neden farketmiyorsun?´ “Bakın, oruç tuttuğunuz gün keyfinize bakıyor, İşçilerinizi eziyorsunuz. Orucunuz kavgayla, çekişmeyle, Şiddetli yumruklaşmayla bitiyor. Bugünkü gibi oruç tutmakla Sesinizi yükseklere duyuramazsınız. İstediğim oruç bu mu sanıyorsunuz? İnsanın isteklerini denetlemesi gereken gün böyle mi olmalı? Kamış gibi baş eğip çul ve kül üzerine mi oturmalı? Siz buna mı oruç, RAB’bi hoşnut eden gün diyorsunuz? Benim istediğim oruç, Haksız yere zincire, boyunduruğa vurulanları salıvermek, Ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak, Her türlü boyunduruğu kırmak değil mi? Yiyeceğinizi açla paylaşmak değil mi? Barınaksız yoksulları evinize alır, Çıplak gördüğünüzü giydirir, Yakınlarınızdan yardımınızı esirgemezseniz, Işığınız tan gibi ağaracak, Çabucak şifa bulacaksınız. Doğruluğunuz önünüzden gidecek, RAB’bin yüceliği artçınız olacak. (Yeşaya 58:3-8 )

Yukarıda Rab oruç ile ilgili şunu da dile getiriyor: sadece belirli saatlerde aç kalmak an- lamına gelirse Rab için boştur. Bizi Rab’bin yüreğindeki üzüntüye ve beklentiye yaklaştırmazsa bir ibadet değildir.

Orucun şekli yukarıdaki ayete göre orucun içeriğine uygun olmalıdır. Örneğin bir ya da birkaç gün hiç bir şey yememek. Kutsal Kitap’da bunu görüyoruz.

Mispa’da toplanan İsrailliler kuyudan su çekip RAB’bin önüne döktüler. O gün oruç tuttular ve, “RAB’be karşı günah işledik” dediler. Samuel Mispa’da İsrail halkına ön- derlik etti. (1.Sa.7:6 )

Daha Fazla Bilgi

Hristiyan olmak, yani İsa Mesih’in kimliğine iman etmek nikah gibi bir şeydir. Ben artık onunla yaşayacağım, eski hayatımı geride bırakacağım diye bir karardır. Vaftiz bir bakış açısından nikahın düğünüdür. Düğün niye yapılır? Olayı cümle aleme ilan etmek ve onlarla kutlamak amacıyla yapılır. Aynı zamanda hayat boyunca derin derin hatırlamak ve ona göre yaşamak için yapılır.

İncil’de vaftiz ile ilgili en önemli iki metin şöyle:

1. İsa yanlarına gelip kendilerine şunları söyledi: “Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi. Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin; onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz edin; size buyurduğum her şeye uymayı onlara öğretin. İşte ben, dünyanın sonuna dek her an sizinle birlikteyim.” ( Mat.28:18-20 )

Ayete göre vaftiz öğrenciliğin ilk büyük adımıdır; vaftiz bir insanın kime döndüğünü, kimin tarafından kucakladığını ilan eder: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh tarafından. Tanrı bu üç zati sıfat ile İsa Mesihin talebesi olmasını destekler ve kendine doğru çeker.

2. Öyleyse ne diyelim? Lütuf çoğalsın diye günah işlemeye devam mı edelim? Kesinlikle hayır! Günah karşısında ölmüş olan bizler artık nasıl günah içinde yaşarız? Mesih İsa’ya vaftiz edildiğimizde, hepimizin O’nun ölümüne vaftiz edildiğimizi bilmez misiniz? Baba’nın yüceliği sayesinde Mesih nasıl ölümden dirildiyse, biz de yeni bir yaşam sürmek üzere vaftiz yoluyla O’nunla birlikte ölüme gömüldük. 5 Eğer O’nunkine benzer bir ölümde O’nunla birleştiysek, O’nunkine benzer bir dirilişte de O’nunla birleşeceğiz. (Rom.6:1-5 )

Vaftiz bir cenaze törenidir: Eski hayatımızı suya gömüyoruz. Sudan çıktığımızda yeni bir hayat başladığını gösteriyoruz. Pavlus Mesih imanlılarına bundan dolayı vaftizi hatırlatıyor: Siz vaftizde artık günahkar hayatınızı geride bıraktınız ve bunu ilan ettiniz. O halde ona göre yaşayınız. Yani vaftiz töreni vaftiz edilen kişinin hafızasına Mesih’e dönme kararını kazır. Yıllar sonra kötü bir alışkanlığını idrak ettiğinde “Ben buna öldüm ve vaftizde bunu gösterdim, Mesih bana farklı olmak için diriliş gücünü verecek” diye düşünecektir.

Daha Fazla Bilgi

Tevrat’ın Yaratılış kitabında şu temel ifadeyi okuyoruz:

Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.” (Yaratılış 1:27-28)

Yaradan hem erkeği hem de kadını kendi suretinde yarattı. İkisinin asıl değeri Tanrı’ya göre aynıdır. İkisinin Rab ile ilgili ilişkinin temeli ona göre aynıdır. Örneğin: Kutsal Kitap’ta nasıl erkek peygamberler varsa (Hz. Musa gibi) kadın peygamber (Hz. Hulda peygamber gibi) de vardır:

Kâhin Hilkiya, Ahikam, Akbor, Şafan ve Asaya varıp tapınaktaki giysilerin nöbetçisi Harhas oğlu Tikva oğlu Şallum’un karısı Peygamber Hulda’ya danıştılar. Hulda Yeruşalim’de, İkinci Mahalle’de oturuyordu. (2 Krallar 22:14)

Yaratan hem erkeği hem de kadını yeryüzünün efendisi olarak yarattı. Yaratılışa karşı temel konumları da aynıdır.

İki farklı cinsiyet yaratılmasının arkasındaki fikir ise şudur: İki tane birbirinden farklı insan cinsiyeti birbirini tamamlasınlar.

Bunu biraz sonra şu ayetlerde görüyoruz:

Sonra, “Adem’in yalnız kalması iyi değil” dedi, “Ona uygun bir yardımcı yaratacağım.” (Yaratılış 2:18)

Bu ayetteki “yardımcı” kelimesi genellikle Kutsal Kitap’ta Rab için kullanılır. Yani aşağıda olan hizmetçi gibi bir kavram değil. Gereken yardımını sağlayan anlamına geliyor.

Ona göre Yaratan erkek ve kadın arasındaki ilişki herhangi başka insani bir ilişkiden (örneğin çocuk anne/baba) daha derin, bağlayıcı ve önemli olarak tasarladı.

Vaftizde Mesih’le birleşenlerinizin hepsi Mesih’i giyindi. Artık ne Yahudi ne Grek, ne köle ne özgür, ne erkek ne dişi ayrımı var. Hepiniz Mesih İsa’da birsiniz. (Galatyalılar 3:27-28)

Ey kocalar, Mesih kiliseyi nasıl sevip onun uğruna kendini feda ettiyse, siz de karılarınızı öyle sevin. (Efesliler 5:25)

Daha Fazla Bilgi

Nasıralı İsa dindar bir Yahudi idi.

İsa, büyüdüğü Nasıra Kenti’ne geldiğinde her zamanki gibi Şabat Günü havraya gitti. Kutsal Yazılar’ı okumak üzere ayağa kalkınca O’na Peygamber Yeşaya’nın Kitabı verildi. Kitabı açarak şu sözlerin yazılı olduğu yeri buldu: (Luka 4:16-17)

Gençliğinden beri Şabat gününde havraya gitti. Havrada bilinen biridi ve dolaysıyla kalkıp Şabat günü Kutsal Kitap parçası herkesin önünde okumak olağan bir şey idi. Kutsal Kitap’tan bir metin okudu.

“Rab’bin Ruhu üzerimdedir. Çünkü O beni yoksullara Müjde’yi iletmek için meshetti. Tutsaklara serbest bırakılacaklarını, Körlere gözlerinin açılacağını duyurmak için, Ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak Ve Rab’bin lütuf yılını ilan etmek için Beni gönderdi.” Sonra kitabı kapattı, görevliye geri verip oturdu. Havradakilerin hepsi dikkatle O’na bakıyordu. (Luka 4:18-20)

Bu metin “meshettiği” bir kişiden bahsediyor. Yahudilerin Kutsal Kitap’ına göre okuduğu metin orada geçen yüzlerce vaatlerin birisi. O vaatlerin içerisinde “meshedilmiş kişi” diye birisi o kadar önemli bir rol oynuyor ki bugüne kadar Yahudilikte “Mesih” adı altında biliniyor. O dönemin Yahudilikte de öyleydi. Yahudi halkı bir Mesih’i bekliyordu. Bu Mesih okduğu metne göre bir “lütuf yılı” ilan edecek. Lütuf yılı Kutsal Kitap’a göre 50 senede bir ilan edilen bütün borçların kapatılması, bütün köleliklerin kaldırılması ile ilgili bir uygulama idi.

Ellinci yılı kutsal sayacak, bütün ülke halkı için özgürlük ilan edeceksiniz. O yıl sizin için özgürlük yılı olacak. Herkes kendi toprağına, ailesine dönecek. Ellinci yıl sizin için özgürlük yılı olacak. O yıl ekmeyecek, ürünün ardından süreni biçmeyecek, budanmamış asmanın üzümlerini toplamayacaksınız. (Lev.25:10-11)

Ama Yeşaya’nın metinde mecazi anlamda kullanılıyor. Bu meshedilmiş kişi çok daha büyük bir azat fırsatı yaratacak. Nasıralı İsa onunla ile ilgili önemli bir metin okudu. Şimdi herkes dikkatli bekliyordu. Neyi diyecek? Havramızın saygın bir üyesi olan Nasıralı İsa bize nasıl güzel bir yorum getirecek?

İsa, “Dinlediğiniz bu Yazı bugün yerine gelmiştir” diye konuşmaya başladı. (Luk.4:21)

Nasıralı İsa beklenmedik bir şey söylüyor. Kendi sözlerimle söylersem şu: Bu Mesih benim.

Bu lütuf yılın ilanı şimdi şu anda bu havrada benim bu sözümle gerçekleşti.

Herkes İsa’yı övüyor, ağzından çıkan lütufkâr sözlere hayran kalıyordu. “Yusuf’un oğlu değil mi bu?” diyorlardı. İsa onlara şöyle dedi: “Kuşkusuz bana şu deyimi hatırlatacaksınız: ‘Ey hekim, önce kendini iyileştir! Kefarnahum’da yaptıklarını duy- duk. Aynısını burada, kendi memleketinde de yap.´” “Size doğrusunu söyleyeyim” diye devam etti İsa, “Hiçbir peygamber kendi memleketinde kabul görmez. Yine size gerçeği söyleyeyim, gökyüzünün üç yıl altı ay kapalı kaldığı, bütün ülkede korkunç bir kıtlığın baş gösterdiği İlyas zamanında İsrail’de çok sayıda dul kadın vardı. İlyas bunlardan hiçbirine gönderilmedi; yalnız Sayda bölgesinin Sarefat Kenti’nde bulunan dul bir kadına gönderildi. Peygamber Elişa’nın zamanında İsrail’de çok sayıda cüzamlı vardı. Bunlardan hiçbiri iyileştirilmedi; yalnız Suriyeli Naaman iyileştirildi.” Havradakiler bu sözleri duyunca öfkeden kudurdular. Ayağa kalkıp İsa’yı kentin dışına kovdular. O’nu uçurumdan aşağı atmak için kentin kurulduğu tepenin yamacına götürdüler. (Luk.4:22-29)

Nasıralılar hemşehrine hem hayran kalıyorlar, hem de onun Mesih olduğunu şiddetle reddediyorlar. Nasıralı İsa ise Kutsal Kitap’ın başka örneklerde olduğu gibi bu reddedilişin sonucu olarak Yahudi halkın dışında olanlara yönelik de önemli bir hizmetin ve görevin olacağını burada işaret ediyor.

Bugünkü Yahudilik bir bakış açısından burada geçen Nasıralıların devamı. Hem İsa Mesih onlar arasında büyüdü, onlardan birisi dindar bir Yahudi idi. Hem de onların Kutsal kitabını tasdik ve teyit etti.

“Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak. Bu nedenle, bu buyrukların en küçüğünden birini kim çiğner ve başkalarına öyle öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde büyük sayılacak.” (Matta 5:17-19)

Hem de o kitabın büyük vaatleri kendi şahsiyetinde gerçekleştiğini, Rabbin kurtuluş planı (metinde “lütfu yılı”) kendisiyle nihayet gerçek olduğunu ilan etti. Hem de gelecekte etkisi özellikle Yahudi halkın dışında olacağını açıkladı. (Bu olgu da Yeşaya peygamberin Mesih ile ilgili vaatlerinde belirtiliyor) Hristiyanlık kelimesi Hristos (Mesih kelimesinin Grekçesi) kelimesinden geliyor. Yahudiliğin bir akımıdır diyebiliriz. Onun merkezinde şu iddia var: Nasıralı İsa Kutsal Kitap’ta yüzyıllar önce defalarca vaat edilmiş Mesih idi. Bugünkü Yahudilik ise Nasıralı İsa’ya (kısmen) bir bakış açısından hayrandır ama onun Mesih olduğuna inanmıyor, bu fikir şiddetli reddediyor. Mesih’in bir gün geleceğini bekliyor. Dolaysıyla Yahudilik Yahudi halkın dışına inancını yaymaya hedeflemiyorlar. Yine de Yahudiliğin Kutsal Kitap’ı Hristiyanların Kutsal Kitap’ın önemli bir parçasıdır. Hristiyanlar örneğin vaazlarında, şahsi okumalar vs. sık sık o kısım- dan da metinleri kullanıyorlar, onları bazen bugünkü Yahudilerden farklı bir şekilde yorumlarlarsa da onlar için aynı derecede kutsal ve bağlayıcı. Hristiyanlık o bakış açısından Yahudiliğin bir akımı ve yorumudur. Tarihinde aşağı yukarı M.S. 70 yılına kadar Hristiyanlar Yahudi dinin bir kolu olarak da algılandı. Örneğin (Roma tarihçi Suetonius’a göre) M.S. 49 senesinde Roma imparatoru Claudius bütün Yahudileri Roma’dan kovdu. Sebep: Onlar arasındaki Chrestus diye birisine dair hararetli tartışmalarınden bıktı. Suetonius’da geçen “Chrestus” kelimesi büyük bir olasılıklar “Hristos” kelimesinin Latinceye çevirilmesi. İlk Hristiyanlar diğer Yahudiler ile beraber Yahudilerin tapınağındaydı.

Her gün tapınakta toplanmaya devam eden imanlılar, kendi evlerinde de ekmek bölüp içten bir sevinç ve sadelikle yemek yiyor ve Tanrı’yı övüyorlardı. Bütün halkın beğenisini kazanmışlardı. Rab de her gün yeni kurtulanları topluluğa katıyordu.
(Elç. 2:46-47)

Kardeşlerim, yüce Rabbimiz İsa Mesih’e iman edenler olarak insanlar arasında ayrım yapmayın. Toplandığınız yere altın yüzüklü, şık giyimli bir adamla kirli giysiler içinde yoksul bir adam geldiğinde, şık giyimliye ilgiyle, “Sen şuraya, iyi yere otur”, yoksula da, “Sen orada dur” ya da “Ayaklarımın dibine otur” derseniz, aranızda ayrım yapmış, kötü düşünceli yargıçlar gibi davranmış olmuyor musunuz? (Yak.2:1-2)

Daha Fazla Bilgi

Sünnet’in anlamı nedir? Eğer sağlık açısından uygun görülüyorsa Tanrı Kullarını deforme edilmiş mi yaratmıştır?

Güzel bir soru. Yine de başlangıçta biraz düzelteyim: Sünnet Yahudi bir gelenek değildir. Tevrat kitabında Rabbin İbrahim peygamber ile yaptığı bir antlaşmanın simgesiydi. Yani onun emri insanlardan değil Rab’den geldi.

“Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek. Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak. Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu. Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sün- net edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak. Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir.” (Yar.17:10-14)

Bu simge sizin güzel anladığınız gibi her insanın doğuştan beri deforme olduğuna önemli bir hatırlatmasıdır. Size Kutsal Kitap’tan biraz açıklayayım, sizin fikir dünyanızdan çok farklı: Başlangıçta Rab bu dünya ve içinde olan her şey çok iyi yarattı. Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu. (Yar.1:31)

Ama insan günaha düştüğünde bu güzel dünya kalıcı olarak kırıldı. Yaratılışın doğası değişti. Dolaysıyla her insan deforme bir zihniyet ve yürek ile bu dünyaya doğuyor.

Çünkü biliyorum isyanlarımı, Günahım sürekli karşımda. Sana karşı, yalnız sana karşı günah işledim, Senin gözünde kötü olanı yaptım. Bu nedenle, söylediklerinde haklı, Yargılarında adilsin. Nitekim suç içinde doğdum ben, Günah içinde annem bana hamile kaldı. (Mez.51:3-5)

Günah bir insan aracılığıyla, ölüm de günah aracılığıyla dünyaya girdi. Böylece ölüm bütün insanlara yayıldı. Çünkü hepsi günah işledi (Romalılar 5:12)

Bir zamanlar hepimiz böyle insanların arasında, benliğin ve aklın isteklerini yerine getirerek benliğimizin tutkularına göre yaşıyorduk. Doğal olarak ötekiler gibi biz de gazap çocuklarıydık. (Efesliler 2:3 )

Hiç bir insan örneğin yalan söylemek için bir kursa gitmek zorunda değil. Doğuştan beri bazı durumlarda yalan söylemeye meyillidir. Doğuştan beri açgözlü olmaya meyillidir. Küçük çocuklara hiç baktınız mı? Ne kadar birbirinin eşyalarından kıskanıyorlar ilk çocukluk yıllarından beri. Bunlar örneklerdir. Bu dünyaya doğmuş olan her insan bu kötü meyillilik içinde taşıyor. Şimdi Rab için bir insanın yüreği, düşünceleri, zihniyeti en önemlisi. Ona bakıyor ve bundan dolayı her insana çok üzülüyor.

RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. (Yaratılış 6:5-6)

Rab sünnet uygulamasıyla bu kötü durumu işaret ediyor. Her insan doğuştan deforme oluyor. Bunu kabul eden ve ondan acı verici de olsa kurtulmak isteyen, Rabbe o konuda güvenen İbrahim’in hafızasında kazılsın diye ona sünnet verdi.

Tevrat’ın içerisinde Rab’bin kendisi gelecekte yapacak olan asıl, simgesel olmayan sünnetten bahsediyor:

Ve Tanrın olan RABBİ bütün yüreğinle ve bütün canınla sevmek için yaşıyasın diye, Tanrın RAB senin yüreğini ve zürriyetinin yüreğini sünnet edecek. (Tevrat: Yasanın Tekarı 30:6)

Bundan dolayı şunu da söyleyebiliriz: Sünnetin aslı kalp sünnetidir. İncil bu vaadin gerçekleşmesinden bahsediyor:

Kutsal Yasa’yı yerine getirirsen, sünnetin elbet yararı vardır. Ama Yasa’ya karşı gelirsen, sünnetli olmanın hiçbir anlamı kalmaz (Rom.2:25)

Çünkü ne dıştan Yahudi olan gerçek Yahudi’dir, ne de görünüşte, bedensel olan sünnet gerçek sünnettir. Ancak içten Yahudi olan Yahudi’dir. Sünnet de yürekle ilgilidir; yazılı yasanın değil, Ruh’un işidir. İçten Yahudi olan kişi, insanların değil, Tanrı’nın övgüsünü kazanır (Rom.2:28-29)

Ayrıca Mesih’in gerçekleştirdiği sünnet sayesinde bedenin benliğinden soyunarak elle yapılmayan sünnetle O’nda sünnet edildiniz. (Kol.2:11)

Sünnet simgesi İsa Mesih’in kalp sünnetinde aslı bulduğundan dolayı bir Hristiyan için bedensel sünnetin dini bir anlamı yok.

Mesih İsa’da ne sünnetliliğin ne de sünnetsizliğin yararı vardır; yararlı olan, sevgiyle etkisini gösteren imandır. (Gal.5:6)

Dolaysıyla: Bedensel sünnetin Hıristiyanlar arasında dini bir önem veren yok. Seküler alemlerde örneğin Avrupa’da Hristiyanlar, deistler ya da ateistler arasında sünnet uygulaması yok kadar az.

Sünnetin tıbbi tarafı konusunda tartışmaların olduğunu biliyorum, tıbbi bakış açısından hem faydaları hem zararları var. Ama o konuda size tıbbi uzmanlara başvurmanızı tavsiye ediyorum.

Daha Fazla Bilgi

İnsan doğuştan nasıl günahkar olabilir?

Nitekim suç içinde doğdum ben, Günah içinde annem bana hamile kaldı. (Mez.51:5)

Hz. Davut peygamber’in Zebur kitabında yukarıda dile getirildiği derin acı ile dolu itiraf ne anlama geliyor? İnsan annesinin rahmindeyken günah mı işledi? Hayır. Hz. Davut peygamber bu ayette dürüst bir yürekle kısa zaman önce işlediği hayatındaki ağır günahlara, zinaya, hainliğe ve cinayete bakıyor. Nasıl ve niye bunları işleyebildi? Rabbe çok bağlı, doğrulukta çok kararlı bir insan olarak kendi yüreğinin kötülüğünü ve günaha tutsak olduğunu kutsal Rabbin huzurunda ve ışığında anlıyor. Ehh. Nasıl o hale geldi? Fiilen işlenmiş günahların kökü yüreğinde işlenmiş günahlardır. Hz. Musa peygamber bize anlattığı gibi:

RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. (Yar.6:5)

Güzel kokudan hoşnut olan RAB içinden şöyle dedi: «İnsanlar yüzünden yeryüzünü bir daha lanetlemeyeceğim. Çünkü insan yüreğindeki eğilimler çocukluğundan beri kötüdür. Şimdi yaptığım gibi bütün canlıları bir daha yok etmeyeceğim. (Yar.8:21)

Hz. Davut anladı: Benim yüreğimin eğilimleri çocukluğumdan beri kötüydü. Kötülüğün tohumunu daha anne rahmindeyken bile taşıdım. Bu demek değil ki daha anne rahmindeyken fiilen günahlar işledi. Ama bu demek ki örneğin yalan söylemeyi öğrenmek zorunda değildi. Yalan söylemesi, bencil olması, kıskanması, kavga etmesi daha ilk bilinçli bir insan olduğundan beri yapıyordu, doğal olarak onda vardı. İnsan daha ilk iyiyi kötüden ayırt etme kabiliyeti aldığında kötüden uzak durmuyor. Doğuştan, hatta anne rahmindeyken günahkardır. Allah’ın kutsallığından ve doğruluğundan mahrumdur.

Her insan kendi hayatının geçmişine dürüst bir şekilde bakarsa aynı sonuca varıyor. İnsan niye bu haldedir? Bu ayrı bir konu ve bunun hakkında da ayrı bir yazı yazıyoruz.

Daha Fazla Bilgi

Hristiyan yaşarken kurtuluyorsa günah işleme özgürlüğü var mı?

Bir insan, İsa Mesih’in adına iman ederse kurtulduğunu ve sonsuz yaşama sahip olduğunu bilebilir.

Tanrı Oğlu’nun adına iman eden sizlere, sonsuz yaşama sahip olduğunuzu bilesiniz diye bunları yazdım. (1. Yuhanna 5:13)

Lakin birçok insan yanlışlıkla İsa Mesih’in adına iman ettiğini düşünüyor. İsa Mesih’in adına iman etmek ne demektir?

Bir kişinin, cumhurbaşkanının olduğuna iman etmesine benzer: Ona iman eden şunu belirtiyor: Bu kişi, cumhurbaşkanı olduğudan dolayı benim hayatım üzerine söz sahibidir. (Tabi ki kanunların belirttiği sınırların içerisinde.) İman etmek bunu kabul etmek demektir. Ona göre örneğin: iki kişinin cumhurbaşkanı (aynı ülkenin) olduğuna iman etmek mümkün değildir.

İsa Mesih’in adı yani kimliği acaba nedir? İsa Mesih iki isimden ibaret: İsa ve Mesih. Bu iki isim kimliğinin iki tane ana unsuru dile getirir:

Önce İsa ismiyle başlayalım:

İsa ismi, (anlamı: Rab kurtarır) insanları günahlarından kurtarmak için geldiğinden dolayı ona verildi.

Meryem bir oğul doğuracak. Adını İsa koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından O kurtaracak. (Matta 1:21)

Günahlarından kurtarmak, sadece günahların cezasından kurtarmak değildir. Günahın egemenliğinden kurtarmak anlamına da gelir. Çünkü günah işleyen günahın kölesidir. İsa Mesih, bu kölelik boyunduruğu kırmak için geldi.

İsa, “Size doğrusunu söyleyeyim, günah işleyen herkes günahın kölesidir” dedi. (Yu.8:34)

Bunun için, Oğul sizi özgür kılarsa, gerçekten özgür olursunuz. (Yu.8:36)

Onun adına iman etmek, günahın cezasından ve günahın egemenliğinden kurtarmak için geldiğine iman etmek demektir. Ona iman eden bir insan, ilk önce günahın şu unsuru anlayıp inanması lazım: günah mahvedici, kurtulması gereken bir felaket, azat edilmesi gereken bir boyunduruktur. Günaha bu şekilde bakmayan İsa Mesih’in adına iman etmek şöyle dursun onun adını anlamamıştır.

Şuna benzetebiliriz: Günah ölümcül bir kansere benzer. İnsan bu kanseri ciddiye almazsa ameliyata girmez. Ameliyatı teklif eden doktoru kurtarıcı olarak da kabul edemez. Ona kurtarıcı diye inanamaz.

Gelelim Mesih kelimesine. Mesih kelimesi meshedilmiş (Rab tarafından tasdik edilmiş) egemen anlamına gelir.

Hiçbirimiz kendimiz için yaşamayız, hiçbirimiz de kendimiz için ölmeyiz. Yaşarsak Rab için yaşarız; ölürsek Rab için ölürüz. Öyleyse, yaşasak da ölsek de Rab’be aitiz. Mesih hem ölülerin hem yaşayanların Rabbi olmak üzere ölüp dirildi. (Rom.14:7-9)

Ona iman eden kişi, kendi hayatının nihai egemeni ve dolaysıyla söz sahibi olduğunu da kabul etmiş demektir.

“Niçin beni ‘Ya Rab, ya Rab´ diye çağırıyorsunuz da söylediklerimi yapmıyorsunuz? Bana gelen ve sözlerimi duyup uygulayan kişinin kime benzediğini size anlatayım. Böyle bir kişi, evini yaparken toprağı kazan, derinlere inip temeli kaya üzerine atan adama benzer. Sel sularıyla kabaran ırmak o eve saldırsa da, onu sarsamaz. Çünkü ev sağlam yapılmıştır. Ama sözlerimi duyup da uygulamayan kişi, evini temel koymaksızın toprağın üzerine kuran adama benzer. Kabaran ırmak saldırınca ev hemen çöker. Evin yıkılışı da korkunç olur.”(Luk.6:46-49)

Bir insan, günah işleme özgürlüğüne inanırsa, demek ki Mesih’in adına iman etmemiştir. Şuna benziyor: bir kişinin cumhurbaşkanı olduğuna inandığını iddia ediyor ama aynı zamanda da o kişiye karşı her türlü saygısızlık yapma özgürlüğüne de inanıyor.

Daha Fazla Bilgi

Tövbe kelimesi şurada iyi anlatılıyor:

Tanrı’nın isteğiyle çekilen acı, kişiyi kurtuluşla sonuçlanan ve pişmanlık doğurmayan tövbeye götürür. Dünyanın acılarıysa ölüm getirir. Bakın bu acılar, Tanrı’nın isteğiyle çektiğiniz bu acılar sizde ne büyük ciddiyet, paklanmak için ne büyük istek yarattı! Sizde ne büyük öfke, korku, özlem, gayret ve suçluyu cezalandırma arzusu uyandırdı! Bu konuda her bakımdan masum olduğunuzu kanıtladınız.
(2 Korintliler 7:10-11)

Ona göre tövbe acı, yani vicdan asabiyle başlıyor. Bir insan derinlikte günahının yanlışlığını Rabbin önünde anlıyor ve ondan dolayı acı hissediyor. Günahını ciddi alıyor: Suçu için sorumluluğunu kabul ediyor. Suç başka bir insanda aramıyor. Sorumluluğunu üstlüyor ve paklanmak için büyük bir isteğe giriyor: Ben böyle bir davranıştan vazgeçmek istiyorum, birine haksızlık yaptıysam onu mutlaka telafi edeceğim. Tövbe kelimesi (İncil’in asıl dilinde olan Grekçede metanoia) düşünmeyi değiştirmek anlamına geliyor. Formal söylenmiş birkaç söz ile hakiki tövbe olmaz.

Bunun örneği örneğin şurada görüyoruz:

Bundan böyle tövbeye yaraşır meyveler verin. (Matta 3:8)

Bu andın sözlerini duyup da kimse kendi kendini kutlamasın ve, ‘Kendi isteklerim uyarınca yaşasam da güvenlikte olurum´ diye düşünmesin. Bu herkese yıkım getirir. RAB böyle birini bağışlamak istemez. RAB’bin öfkesi ve kıskançlığı o kişiye karşı alevlenecek. Bu kitapta yazılı bütün lanetler başına yağacak ve RAB onun adını göğün altından silecektir. (Yasanın Tekrarı 29:19-20)

Tövbenin hakiki olup olmamasını anlamak için hayatımızdaki “meyveler” – değiştirilmiş bir hayat tarzı ile zamanla belli oluyor.
O meyvelerin birisi haksızlık yapmış olan insan karşı telafi:

Zakkay ayağa kalkıp Rab’be şöyle dedi: “Ya Rab, işte malımın yarısını yoksullara veriyorum. Bir kimseden haksızlıkla bir şey aldımsa, dört katını geri vereceğim.” İsa dedi ki, “Bu ev bugün kurtuluşa kavuştu. Çünkü bu adam da İbrahim’in oğludur.” (Luka 19:8-9)

Suçunu telafi etmek istemeyen Rabbi anlamış değildir:

“Bir adam öküz ya da davar çalıp boğazlar ya da satarsa, bir öküze karşılık beş öküz, bir koyuna karşılık dört koyun ödeyecektir.” (Çık. 22:1)

Bu yüzden, sunakta adak sunarken kardeşinin sana karşı bir şikâyeti olduğunu anımsarsan, adağını orada, sunağın önünde bırak, git önce kardeşinle barış; sonra gelip adağını sun. (Matta 5:23)

Daha Fazla Bilgi

Peygamber, Rabbin sözünü, emrini, mesajını alıp ileten kişidir.

Ancak mesaj iletme işi için Rab, bazen de peygamber olmayan kişileri kullandı (örn. Yu.11:49-52)

Bir kişi peygamberse Rab, kişiyle yüreğini ve bu nedenle tasarısını (kurtuluş planını) paylaşır. Tanrı, peygamberleri kendi öz ruhuyla doldurarak yüreğini paylaşmıştır.

Öncelikle şunu bilin ki, Kutsal Yazılar’daki hiçbir peygamberlik sözü kimsenin özel yorumu değildir. Çünkü hiçbir peygamberlik sözü insan isteğinden kaynaklanmadı. Kutsal Ruh tarafından yöneltilen insanlar Tanrı’nın sözlerini ilettiler. (2. Petrus 1:20-21)

Rab, peygamberler ile yüreğini paylaştığından dolayı sadece peygamberin dönemi ve mekanı ile ilgili mesajlar vermedi. Bütün çağlar ve bütün halklar ile ilgili derin kurtuluş planını da onların önüne koydu. Verdiği somut vahiy o planın ışığında veriyorlardı.

Çünkü imanınızın sonucu olarak canlarınızın kurtuluşuna erişiyorsunuz. Size bağışlanacak lütuftan söz etmiş olan peygamberler, bu kurtuluşla ilgili dikkatli incelemeler, araştırmalar yaptılar. İçlerinde olan Mesih Ruhu, Mesih’in çekeceği acılara ve bu acıların ardından gelecek yüceliklere tanıklık ettiğinde, Ruh’un hangi zamanı ya da nasıl bir dönemi belirttiğini araştırdılar. Şimdi size de bildirilen gerçeklerle kendilerine değil, size hizmet ettikleri onlara açıkça gösterildi. Bu gerçekleri gökten gönderilen Kutsal Ruh’un gücüyle size Müjde’yi iletenler bildirdi. Melekler bu gerçekleri yakından görm- eye büyük özlem duyarlar. (1. Petrus 1:9-12)

Bu nedenle, bütün peygamberler, bu kurtuluş planın doruk noktası olan Mesih’i ve onun acı çekmesini de dile getiriyorlardı.

İsa onlara, “Sizi akılsızlar! Peygamberlerin bütün söylediklerine inanmakta ağır davranan kişiler! Mesih’in bu acıları çekmesi ve yüceliğine kavuşması gerekli değil miydi?” dedi. Sonra Musa’nın ve bütün peygamberlerin yazılarından başlayarak, Kutsal Yazılar’ın hepsinde kendisiyle ilgili olanları onlara açıkladı. (Luka 24:25-27)

Ama bütün peygamberlerin ağzından Mesihi’nin acı çekeceğini önceden bildiren Tanrı, sözünü bu şekilde yerine getirmiştir. (Elçilerin İşleri 3:18)

Peygamberlerden tipik bir örnek gerekirse M.Ö. 700 civarında yaşayan Yeşaya peygamberin bir sözüne bakabiliriz:

O RAB’bin önünde bir fidan gibi, Kurak yerdeki kök gibi büyüdü. Bakılacak biçimden, güzellikten yoksundu. Gönlümüzü çeken bir görünüşü de yoktu. İnsanlarca hor görüldü, Yapayalnız bırakıldı. Acılar adamıydı, hastalığı yakından tanıdı. İnsanların yüz çevirdiği biri gibi hor görüldü, Ona değer vermedik. Aslında hastalıklarımızı o üstlendi, Acılarımızı o yüklendi. Bizse Tanrı tarafından cezalandırıldığını, Vurulup ezildiğini sandık. Oysa, bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi, Bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza Ona verildi. Bizler onun yaralarıyla şifa bulduk. Hepimiz koyun gibi yoldan sapmıştık, Her birimiz kendi yoluna döndü. Yine de RAB hepimizin cezasını ona yükledi. (Yeşaya 53:2-6)

Daha Fazla Bilgi

İncil’in Korunması Tarihi Bir Olgu

İncil M.S. birinci asırda yazılmış bir eser. İncil’in tamamı ve bazı kısımları bugüne kadar müzel- erde korunmuştur. Bu elyazmalar arasında örneğin M.S. 125 civarında Mısır’da yazılmış P52 papirüs (papirüs bir nevi kağıt). Ya da M.S. üç yüz küsür yazılmış Vatikanus kodeksi (kodeks hayvanların derisine yazılmış bir metin – bkz: https://digi.vatlib.it/view/MSS_Vat.gr.1209). İlk yüzyıllardır da İncil birçok dile (Suryanice, Latince, Ermenice, Rusçaya, …) tercüme edildi. Bu tercümelerin de birçok elyazmaları mevcuttur. Ayrıca birçok Mesih imanlı yazarlar ilk yüzyıldan beri eserlerinde İncil’den alıntı yaptılar.

Modern çağda bütün bu metin tanıkları (el yazmalar, tercümler, alıntılar), birbiriyle kıyaslayarak bir araya getiren İncil edisyonu var.

Bu titiz, şeffaf ve müspet çalışmalarından şunu görüyoruz: İncil’in yüzyıllar üzerinde ve başlangıçtan beri farklı farklı ülkelerden gelen tanıklar arasında bir değişme yok. İncil eski çağın en fazla nüshası olan ve en iyi korunmuş kitaptır. Dikkat çekmek istiyoruz: Araştırmak isteyen elyazmalarının birçoğu internette görebilir ya da müzelere gidip orada inceleyebilir. Bu tarihi belgelere göre İncil’in değişmediği tarihi bir olgu. İncil’in değiştiğini öne süren bir kişi iddiasının hangi el yazmalarına dayandığını açıklamalıdır. Ayrıca da mevcut olan ve en eski zamanlara kadar geri giden bol bol metin tanıklarının niye bu kadar uyumlu olduğunu açıklamalıdır.

Rab Ona Garanti Veriyor

Kutsal Kitap’ta anlatılan Tanrı güvenilirdir. Özellikle sözlerine ve sözlerinin ortadan kaldırılmamasına büyük önem veriyor:

İncil’de şunu okuyoruz:

“Yer ve gök ortadan kalkacak, ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır.” (Matta 24:35)

Bu ayette Kutsal Kitap’ın sözlerinin kalıcılığı doğa kanunların kalıcılığıyla kıyaslanıyor. Teknik aygıtlar doğa kanunlara dayalı tasarlanır. Doğa kanunlar değişiyorlarsa aygıtlar çalışmaz hale gelir. Yani birden bütün cep telefonlar bozulurdu, arabalar çalışmaz hale gelirdi, vücutlarımız hastalanırdı. Çok şükür Rab doğa kanunları koruyor. Çünkü o Yaratan ve Koruyandır.

Yerin ve göğün ortadan kaldırılmamasını sağlayan aynı Yaratan ve Koruyan daha önemli olan Kelamınıda her zaman korudu ve koruyor. Çünkü insan ona dayanarak ancak doğru bir şekilde yaşayabilir.

“İşte bu sözlerimi duyup uygulayan herkes, evini kaya üzerine kuran akıllı adama ben- zer. Yağmur yağar, seller basar, yeller eser, eve saldırır; ama ev yıkılmaz. Çünkü kaya üzerine kurulmuştur” (Matta 7:24-25)

Rab bundan dolayı kendi Kelamının kuşaktan kuşağa sonsuza dek koruyacağını belirtiyor:

Bana gelince, onlarla yapacağım antlaşma şudur: Üzerindeki Ruhum, ağzına koyduğum sözler Şimdiden sonsuza dek senin, çocuklarının, Torunlarının ağzından düşmeyecek. (Yeşaya 59:21)

Dolayısıyla da şunu okuyoruz:

Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak. (Mat.5:18)

Rab için yerin ve göğün varlığının korunmasından daha önemli olan kendi Kutsal Sözünün korumasıdır. Rab garanti veriyor. Kendi sözünün değişmeyeceğini belirtiyor.

Daha Fazla Bilgi

İsa Mesih İncil’in ilk dört kısım (Matta, Markos, Luka, Yuhanna) İsa Mesih’i dört ayrı tanığın bakış açısından anlatılıyor. Her bir kısımda mana bakış açışından birimler var (örneğinizde İsa Mesih’in doğumu), ona perikop denilir. Bu perikopların birçoğu birden fazla kısımda bulunuyor. Eski çağda Kayserili Eusebius bu perikopları hangi kitapta nerede olduğunu kıyaslama listeleri ile düzenledi. Perikopların kaynağı nedir? Luka bize bu konuda bilgi veriyor:

Sayın Teofilos, Birçok kişi aramızda olup bitenlerin tarihçesini yazmaya girişti. Nitekim başlangıçtan beri bu olayların görgü tanığı ve Tanrı sözünün hizmetkârı olanlar bun- ları bize ilettiler. Ben de bütün bu olayları ta başından özenle araştırmış biri olarak bunları sana sırasıyla yazmayı uygun gördüm. (Luka 1:1-3)

Ona göre bunlar “görgü tanıklarının ve Tanrı sözünün hizmetkarı olanların” anlatımlarıdır. Bu ayette “görgü tanığı” ve “Tanrı sözünün hizmetkarı” aynı kişilerin farklı sıfatlarıydı. Çünkü ilk Mesih imanlılarının elinde henüz İsa Mesih’in hayatını anlatan kitaplar yoktu. Olayları görmüş olan görgü tanıkları bundan dolayı son derece önemliydi. Mesih’in hayatını ve kimliğini anlatan onlardı

Siz de tanıklık edeceksiniz. Çünkü başlangıçtan beri benimle birliktesiniz. (Yuhanna 15:27)

“Buna göre, Yahya’nın vaftiz döneminden başlayarak Rab İsa’nın aramızdan yukarı alındığı güne değin bizimle birlikte geçirdiği bütün süre boyunca yanımızda bulunan adamlardan birinin, İsa’nın dirilişine tanıklık etmek üzere bize katılması gerekir.” (Elçilerin İşleri 1:21-22)

Luka bundan dolayı onları sadece görgü tanığı değil, aynı zamanda “Tanrı sözünün hizmetkarı” olarak nitelendiriyor (iki ayrı grup değildir).

Çoğu olaylar için birden fazla görgü tanığı vardı. Örnek olarak İsa Mesih’in doğumunu ele alalım. Luka’nın anlatımı Meryem ananın bakış açısından yazıldı. Luka herhalde onunla uzun uzadıya konuştu, çünkü Luka’nın kendisi tıp doktoruydu (Koloseliler 4:14) mutlaka merak etti. Luka, İsa Mesih’in doğumunu Meryem’in bakış açısından anlatıyor, Meryemin ailesinden olan Elizabet bundan dolayı da önemliydi.

Matta ise herhalde Celileli, Kafernahumlu (Markos 2:14) bir Yahudi idi. Herhalde Yusuf’un ailesi ile konuştu. İsa Mesih’in doğumunu ve sonraki olayları Yusuf’un Beytlehemdeki ailenin bakış açısından bize anlatıyor.Bu nedenle Matta’da Meryem ve ailesi hakkında fazla bilgi yoktur. Genel olarak Matta, Markos, Luka ve Yuhanna birçok yerde farklı görgü tanıklarının an- latımlarını kullanıyorlardı. Matta ve Yuhanna başlı başına kendileri İsa Mesih’in resmi hizmet kısmının görgü tanıklarıydı çünkü oniki elçilerdendi. Markos ise görgü tanığı Petrus’un katibi olarak onun anlatımlarını yazdı. Luka ise diğer görgü tanıklarının anlatımlarını derledi.

Görgü tanıkları ilk Mesih imanlıları için çok çok önemliydi. Çünkü İncil’in ana mesajı için tarihi olaylar son derecede önemli. İncil sadece bir ahlak, buyruk, felsefe ya da bir kişinin öğretiş ya da vahiy sözlerini anlatan bir kitap değildir. İncil ilk önce tarihi olaylara dayanan bir kurtuluşu anlatıyor. Tarihi olaylar olmadıysa Mesih’in mesajı boştur (bkz.1.Korintliler 15:14). Tarihi olaylar hakkında en önemli kaynak ise görgü tanıklarıdır. Bu nedenle ilk Hristiyanlar bazı önemli olayları anlatırken görgü tanıklarının isimlerini verirlerdi.

Örneğin:

Aldığım bilgiyi size öncelikle ilettim: Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi. Kefas’a, sonra Onikiler’e göründü. Daha sonra da beş yüzden çok kardeşe aynı anda göründü. Bunların çoğu hâlâ yaşıyor, bazılarıysa öldüler. (1. Korintliler 15:4-6)

Herhalde İncil’in ilk dört kitaplarında anlatımlarında adı ile geçen kişiler görgü tanığı ve anlatımını tasdik eden ya da aktaranlardı. Modern bir mahkemede olduğu gibi bu görgü tanıklıklar birbirinden farklı bakış açıları ve anlatımları içeriyordu ve birbirini tamamlıyordu.

Daha Fazla Bilgi

Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’nın kitaplarını yazmalarındaki amaç, bildikleri her olayı kaydetmek değildi. Bunu örneğin şurada görüyoruz:

İsa, öğrencilerinin önünde, bu kitapta yazılı olmayan başka birçok doğaüstü belirti gerçekleştirdi. Ne var ki yazılanlar, İsa’nın, Tanrı’nın Oğlu Mesih olduğuna iman edesiniz ve iman ederek O’nun adıyla yaşama kavuşasınız diye yazılmıştır. (Yuhanna 20: 30-31)

İsa’nın yaptığı daha başka çok şey vardır. Bunlar tek tek yazılsaydı, sanırım yazılan kitaplar dünyaya sığmazdı. (Yuhanna 21:25)

Her kitap kendi amacını açıklar. Bu amaç doğrultusunda bildiklerinden seçerek kitaplarını yazdılar. Örnek olarak Yuhanna kısmını ele alalım.

Yuhanna’nın yukarıda söylediği gibi, asıl amacı İsa Mesih’in adını, yani kimliğini bize anlatmaktı. Bu hedefe göre bize örneğin yedi özel kimlik sözcüğü verir. İki örnek vereyim:

İsa, “Yaşam ekmeği Ben’im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz” dedi. (Yuhanna 6:35)

İsa yine halka seslenip şöyle dedi: “Ben dünyanın ışığıyım. Benim ardımdan gelen, asla karanlıkta yürümez, yaşam ışığına sahip olur.” (Yuhanna 8:12)

Her “Ben’im” ifadesinin doğruluğunu gösteren belirtiler onlarla birlikte gösterilir. Böylece, “Ben yaşam ekmeğiyim” sözü, binlerce kişi doğaüstü bir şekilde beslendikten sonra söylenir. “Ben dünyanın ışığıyım” sözü doğuştan kör olan bir adamın gözlerini açtıktan sonra söylenir. Bu bağlamlarda, İsa Mesih bu iki olayın ve bu iki sözün her insan için neden ve nasıl önemli olduğunu açıklar.

Başka bir örnek olarak Matta’yı ele alalım: Matta kitabı şöyle biter:

İsa yanlarına gelip kendilerine şunları söyledi: “Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi. Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin; onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz edin; size buyurduğum her şeye uymayı onlara öğretin. İşte ben, dünyanın sonuna dek her an sizinle birlikteyim.” (Matta 28:18-20)

Dolayısıyla kitap, özellikle bizleri Mesih’in talebeleri olarak eğitmek için, “İsa’nın buyurduğu her şeyi” beş ana konuşmada düzenli bir şekilde sunar. İki örneğe tekrar bakalım:

İlk konuşma Matta kitabının beşinci altıncı ve yedinci bölümde yer alıyor ve Dağdaki Vaaz adı altında meşhurdur. İlk talebelerini çağırdıktan sonra verilen Dağdaki Vaaz’ın ana konusu talebelerin yürek tutumu, ibadeti, günlük yaşamındaki davranışı ve düşünce tarzı. Bu konuşma bugün halen Mesih’e gelen yeni talebeler için temel oluşturur.

İkinci büyük konuşma parçası Matta kitabının 10. bölümde yer alıyor. Talebeleri kendisini izlerken İsa bir süredir kurtuluş mesajını duyuruyordu. Bu konuşmada kurtuluş mesajını açıklamanın temelleri ve usülleri gösterilir. Bu konuşma ile talebeler da nihayet kurtuluş mesajını yayma hizmetine dahil edilirler. Bugüne kadar bu görev için bire birdir.

Sorularınıza şu şekilde özetleyerek cevap verebiliriz: Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’nın her biri farklı bir amaç ve bakış açısıyla yazdılar. Bir insanın çeşitli açılardan ve farklı bakış açılarından fotoğrafını çekmeye benzer. Zira bir insanı kapsamlı bir şekilde göstermek için farklı açılardan fotoğraf çekmeniz gerekir. Önden çekilen bir fotoğraftan arka tarafla ilgili detaylar bekleyemeyiz. Yandan çekilmiş bir fotoğraftan da diğer tarafı pek göremeyiz.

Daha Fazla Bilgi

İncil, Musa’nın Yasası’nı (Tevrat), Mezmurlar’ı ve peygamberlerin yazılarını törenleriyle, mesajlarıyla ve vaatleriyle Mesih’in gelişini hazırlayan eserler olarak nitelendirir. Örneğin:

Sonra onlara şöyle dedi: “Daha sizlerle birlikteyken, ‘Musa’nın Yasası’nda, peygam- berlerin yazılarında ve Mezmurlar’da benimle ilgili yazılmış olanların tümünün gerçekleşmesi gerektir´ demiştim.” Bundan sonra Kutsal Yazılar’ı anlayabilmeleri için zihinlerini açtı. Onlara dedi ki, «Şöyle yazılmıştır: Mesih acı çekecek ve üçüncü gün ölümden dirilecek; günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da Yeruşalim’den başlayarak bütün uluslara O’nun adıyla duyurulacak. (Luka 24: 44-47)

Bu hazırlık döneminin sonunda tarihteki en büyük peygamber olan Vaftizci Yahya geldi.

Öyleyse ne görmeye gittiniz? Bir peygamber mi? Evet! Size şunu söyleyeyim, gördüğünüz kişi peygamberden de üstündür. Size doğrusunu söyleyeyim, kadından doğanlar arasında Vaftizci Yahya’dan daha üstün biri çıkmamıştır. Bununla birlikte, Göklerin Egemenliği’nde en küçük olan ondan üstündür. Yahya’ya dek bütün peygamber-
lerle Kutsal Yasa, olacakları önceden bildirdiler. (Matta 11:9, 11, 13)

Yahya bir peygamberden daha üstündü. Çünkü o sadece vaat edilen Mesih’e değil, aynı zamanda yaşayan Mesih’e de işaret edebilirdi.

Zebur, Musa’nın Yasa’sına dayanır ve onu tamamlar (örn. Mez.1:1-2); Peygamberlerin yazıları da Zebur’a (örn. Yşa.11:1 . Mez.2:6) ve Musa’nın Tevrat’ına (örn. Yer.6:19) dayanır ve onları tamamlar. İncil, yukarıda gördüğümüz gibi, Peygamberlerin yazılarına (örn. Yeşaya 53:1-10), Zebur’a (örn. Mezmurlar 110:1,4) ve Musa’nın Yasası’na (örn. Yas.30:6) dayanan ve bunları tamamlayan bir kitaptır.

Bir örnek:

Yahya ertesi gün İsa’nın kendisine doğru geldiğini görünce şöyle dedi: “İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!” (Yuhanna 1:29)

Burada geçen “dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu” ifadesi sadece günah kur- banını bilen bir toplum için anlamlıdır. Musa’nın Yasası insanlara tövbeden ayrı olarak günahların bağışlanması için kurbanın gerekli olduğunu söylemiştir. Kurbanın dehşeti tekrar tekrar göster- ildi: günah korkunç ve ölümcül derecede ciddi bir meseledir (örn. Lev.17:11). Yalnızca tövbe ya da iyi işlerle asla telafi edilemez. Bu mesaj Mezmurlar’daki tövbe dualarında vurgulanır ve derinleştirilir (örn. Mez.51:1-2,10). Peygamberlerin yazılarında günah için gerçek ve nihai kurbanın gelip ölecek olan bir Mesih aracılığıyla gerçekleştirileceğini okuruz (örn. Yşa.53:1-10). Yahya’nın sözleri ancak böyle bir çerçeve içinde tam bir anlam kazanır ve tamamlanır.

İsa Mesih’in gelişiyle birlikte, Yasa ve peygamberler dönemi sona erer ve Tanrı’nın egemenliği kavramıyla karakterize edilen yeni bir dönem başlar.

“Kutsal Yasa ve peygamberlerin devri Yahya’nın zamanına dek sürdü. O zamandan bu yana Tanrı’nın Egemenliği müjdeleniyor ve herkes oraya zorla girmeye çalışıyor.”
( Luk.16:16 )

Bu dönem içinde yine elçiler (resullular) ve peygamberler vardır. Neden? İsa Mesih bu dünyadayken şunları söylemiştir

“Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi tüm gerçeğe yöneltecek. Çünkü kendiliğinden konuşmayacak, yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek.” (Yuhanna 16:12-13)

Bu dünyadayken mesajının sadece bir kısmını anlattı. Geri kalanını anlatmaları ve yazmaları için görgü tanıkları olan elçileri görevlendirdi. Peygamberlerin ve elçilerin işlevi, Kutsal Ruh aracılığıyla bu gerçekleri alıp Kilise’ye vermekti.

Bu sır önceki kuşaklara açıkça bildirilmemişti. Şimdiyse Mesih’in kutsal elçilerine ve peygamberlerine Ruh aracılığıyla açıklanmış bulunuyor. (Efesliler 3:5)

Bu açıdan bakıldığında, elçiler ve peygamberler Hıristiyanların kilise bedeninin temelini oluşturuyordu

Elçilerle peygamberlerden oluşan temel üzerine inşa edildiniz. Köşe taşı Mesih İsa’nın kendisidir.
(Efesliler 2:20)

Çünkü başlangıçta bugün sahip olduğumuz İncil’ın tamamına henüz sahip değildik, onlar aracılığıyla yazıldı.

Daha Fazla Bilgi

İsa Mesih’in çarmıhta feda edilişi bütün dünya ve bütün çağlar için geçerli idi.

Yahya ertesi gün İsa’nın kendisine doğru geldiğini görünce şöyle dedi: «İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu! (Yuhanna1:29)

Bu nedenle, çağrılmış olanların vaat edilen sonsuz mirası almaları için Mesih yeni antlaşmanın aracısı oldu. Kendisi onları ilk antlaşma zamanında işledikleri suçlardan kurtarmak için fidye olarak öldü…. Öyle olsaydı, dünyanın kuruluşundan beri Mesih’in tekrar tekrar acı çekmesi gerekirdi. Oysa Mesih, kendisini bir kez kurban ederek günahı ortadan kaldırmak için çağların sonunda ortaya çıkmıştır.

Oysa Mesih günahlar için sonsuza dek geçerli tek bir kurban sunduktan sonra Tanrı’nın sağında oturdu. Çünkü kutsal kılınanları tek bir sunuyla sonsuza dek yetkinliğe erdirmiştir. ( İbraniler 9:15, 26; 10:12, 14 )

Eski Ahit’in bağışlanmak için sunulan kurbanlar ise bir bakış açsından bir hatırlatma idi.

Kutsal Yasa’da gelecek iyi şeylerin aslı yoktur, sadece gölgesi vardır. Bu nedenle Yasa, her yıl sürekli aynı kurbanları sunarak Tanrı’ya yaklaşanları asla yetkinliğe erdiremez. Erdirebilseydi, kurban sunmaya son verilmez miydi? Çünkü tapınanlar bir kez günahlarından arındıktan sonra artık günahlılık duygusu kalmazdı. Ancak o kurbanlar insanlara yıldan yıla günahlarını anımsatıyor. Çünkü boğalarla tekelerin kanı günahları ortadan kaldıramaz.
(İbraniler 10:1-4)

Bağışlanması taleb eden ve aklanan kişinin bakış açsından burada süreklilik gösteren olay imandır.

Şu halde soyumuzun atası İbrahim’in durumu için ne diyelim? Eğer İbrahim yaptığı iyi işlerden dolayı aklandıysa, övünmeye hakkı vardır; ama Tanrı’nın önünde değil.

Kutsal Yazı ne diyor? “İbrahim Tanrı’ya iman etti, böylece aklanmış sayıldı.” Çalışana verilen ücret lütuf değil, hak sayılır. Ancak çalışmayan, ama tanrısızı aklayana iman eden kişi imanı sayesinde aklanmış sayılır.
(Romalılar 4:1-5)

Pavlus burada

Sonra Avram’ı dışarı çıkararak, “Göklere bak” dedi, “Yıldızları sayabilir misin? İşte, soyun o kadar çok olacak.” Avram RAB’be iman etti, RAB bunu ona doğruluk saydı.
( Yaratılış 15:5-6 )

ayetini dayanak olarak gösteriyor. Bu söz “tanrısızları aklayana iman etti” diye yorumluyor. İbrahim Yaratılış kitabında örneğin Sara’nın eşi olduğunu kasten gizleyerek birçok sefer “tanrısız” davrandı, Tanrı’ya güvenmedi onu o çerçevede yok saydı. Rabbin kendisine bu kalleşliğe rağmen büyük vaatlerini gerçekleştireceğine iman etmek “tanrısızları aklama” imanıdır, Rabbin derin kur- tarıcı karakerine sığınmak idi. O bakış açısından örneğin İbrahim Rabbin Mesih vaadini uzaktan selamlıyordu

Bu kişilerin hepsi imanlı olarak öldüler. Vaat edilenlere kavuşamadılarsa da bunları uzaktan görüp selamladılar, yeryüzünde yabancı ve konuk olduklarını açıkça kabul ettiler.
( İbraniler 11:13 )

İmanının asıl hedefi aile, toprak vs. değildi, tanrısız olduğuna ve davrandığına rağmen onu ondan kurtarmaya başlayan Rab idi.

İbraniler mektubu 11 bölüm o bakış açısından sorununa cevap verme nitelikte.

Daha Fazla Bilgi
Daha Fazla Bilgi

Tevrat’a göre:

Yeryüzü toprağında uyuyanların birçoğu uyanacak: Kimisi sonsuz yaşama, kimisi utanca ve sonsuz iğrençliğe gönderilecek.
(Daniel 12:2)

İncil’e gör:

Sonra solundakilere şöyle diyecek: ‘Ey lanetliler, çekilin önümden! İblis’le melekleri için hazırlanmış sönmez ateşe gidin!’
(Matta 25:41)

“Bunlar sonsuz azaba, doğrular ise sonsuz yaşama gidecekler.”
(Matta 25:46)

Onları saptıran İblis ise canavarla sahte peygamberin de içinde bulunduğu ateş ve kükürt gölüne atıldı. Gece gündüz, sonsuzlara dek işkence çekeceklerdir.
(Vahiy 20:10)

Adı yaşam kitabına yazılmamış olanlar ateş gölüne atıldı.
(Vahiy 20:15)

Ona göre cehennem sonsuzdur.

Murdarlık kavramı Kutsal Kitap’ta dini bir çerçevede kullanılırsa şu anlama geliyor: Rabbin huzu- runa uygun olmayan bir durum.
Tevratta bu kavram sık sık mecazi anlamda kullanılıyor. Örneğin tertemiz yıkanmış, sağlıklı, hatasız, hoş, güzel bir domuz Rabbe kurban olarak sunmak için uygun değildi. Murdarlık bu çerçevede, gördüğümüz gibi fiziki anlamda bir kusur, bir pislik veya olumsuzluk ile alakalı değildir.

Hiç Bir Şey Kendiliğinden Murdar Değildir

Rab İsa’ya ait biri olarak kesinlikle biliyorum ki, hiçbir şey kendiliğinden murdar değildir. Ama bir şeyi murdar sayan için o şey murdardır.
(Romalılar 14:14)

Çünkü iyi bir Yaratan kendiliğinden kötü olan bir şeyi yaratmaz, yaratamaz. Onun yarattığı her şey (örnekteki domuz dahil) “çok iyidir” ,murdar değildir

Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.
(Yaratılış 1:31)

Oysa Tanrı’nın yarattığı her şey iyidir, hiçbir şey reddedilmemeli; yeter ki, şükranla kabul edilsin.
(1. Timoteos 4:4)

2. Asıl Murdarlık, İnsanın Yüreğindeki Murdarlıktır

RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. 6 İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı.
(Yaratılış 6:5-6)

RAB göklerden bakar oldu insanlara, Akıllı, Tanrı’yı arayan biri var mı diye. Hepsi saptı, Tümü yozlaştı, İyilik eden yok, Bir kişi bile! (Mezmurlar 14:2-3)

“İnsanın dışında olup içine giren hiçbir şey onu kirletemez. İnsanı kirleten, insanın içinden çıkandır.” İsa kalabalığı bırakıp eve girince, öğrencileri O’na bu ben- zetmenin anlamını sordular. O da onlara, “Demek siz de anlamıyorsunuz, öyle mi?” dedi. “Dışarıdan insanın içine giren hiçbir şeyin onu kirletemeyeceğini bilmiyor musunuz? Dıştan giren, insanın yüreğine değil, midesine gider, oradan da helaya atılır.” İsa bu sözlerle, bütün yiyeceklerin temiz olduğunu bildirmiş oluyordu. İsa şöyle devam etti: “İnsanı kirleten, insanın içinden çıkandır. Çünkü kötü düşünceler, fuhuş, hırsızlık, cinayet, zina, açgözlülük, kötülük, hile, sefahat, kıskançlık, iftira, kibir ve akılsızlık içten, insanın yüreğinden kaynaklanır. Bu kötülüklerin hepsi içten kaynaklanır ve insanı kirletir.”
( Markos 7:15-23 )

3. Rab insanın yürek murdarlığı için başından beri temizleme çözümünü tasarladı ve vaat etti. Tasarının gerçekleşmesi yüzyıllar sürdü.

İnsanlara yürek murdarlığını devamlı hatırlatmak ve çözüm vaadini gözönünde bulundurmak için onlara hazırlık döneminde bu manevi hakikatlerin maddi “gölgeler”/törenler verdi.
Onların gündelik hayatında yaygın olan durumlar ve nesneler murdar olarak ilan edildi.
Örneğin;

Tanrı’nın Nuh’a buyurduğu gibi temiz ve kirli sayılan her tür hayvan, kuş ve sürün- genden erkek ve dişi olmak üzere birer çift Nuh’a gelip gemiye bindiler.
( Yar.7:8 )

. Bir domuzun murdar olarak ilan edilişinin sebebi budur. Bu maddi “murdarlıktan” kurtul- mak için törenler verildi: Su ile yıkamalar, hayvanların kurbanları ya da bazı “murdar” hayvanların yenmemesi.
Fikir şuydu: Mesih insanın yürek murdarlığını ortadan kaldırabilecek kurtarıcıdır. O in- sanların yüreklerini manevi ve kalıcı olarak kutsal haline getirendir. Onun gelişine dek mecazi murdarlık mecazi temizlik ile beraber insanlara verildi.

Bu, şimdiki çağ için bir örnektir; sunulan kurbanlarla sunuların tapınan kişinin vicdanını yetkinleştiremediğini gösteriyor. Bunlar yalnız yiyecek, içecek, çeşitli dinsel yıkanmalarla ilgilidir; yeni düzenin başlangıcına kadar geçerli olan bedensel kural- lardır. Ama Mesih, gelecek iyi şeylerin başkâhini olarak ortaya çıktı. İnsan eliyle yapılmamış, yani bu yaratılıştan olmayan daha büyük, daha yetkin çadırdan geçti. Tekelerle danaların kanıyla değil, sonsuz kurtuluşu sağlayarak kendi kanıyla kut- sal yere ilk ve son kez girdi. Tekelerle boğaların kanı ve serpilen düve külü murdar olanları kutsal kılıyor, bedensel açıdan temizliyor. Öyleyse sonsuz Ruh aracılığıyla kendini lekesiz olarak Tanrı’ya sunmuş olan Mesih’in kanının, diri Tanrı’ya kulluk edebilmemiz için vicdanımızı ölü işlerden temizleyeceği ne kadar daha kesindir! Bu nedenle, çağrılmış olanların vaat edilen sonsuz mirası almaları için Mesih yeni ant- laşmanın aracısı oldu. Kendisi onları ilk antlaşma zamanında işledikleri suçlardan kurtarmak için fidye olarak öldü. Kutsal Yasa’da gelecek iyi şeylerin aslı yoktur, sadece gölgesi vardır. Bu nedenle Yasa, her yıl sürekli aynı kurbanları sunarak Tanrı’ya yaklaşanları asla yetkinliğe erdiremez.

( İbr.9:9-15,10:1 )

Daha Fazla Bilgi

Artık yalnız su içmekten vazgeç; miden ve sık sık baş gösteren rahatsızlıkların için biraz da şarap iç.
(1 Timoteos 5:23)

İncil bazı durumlarda alkol kullanmayı öneriyor. Burada söz konusu eski çağın su durumu: İçinde bakteriler vardı, biraz alkol ekleyerek yok oldular. Alkol bugün klor ya da ozon maddesinin fonksiyonu gördü.

Alkol aynı zamanda tehlikelidir. Insanı sarhoş yapabilir, insan o halde kendi üzerindeki hakimiyeti kaybeder, bu durum insanı sefahate götürür. Sarhoşluk bundan dolayı günahtır. Burada kötü olan içki değil, sınırlarını tanımak istemeyen insandır.

Şarapla sarhoş olmayın, bu sizi sefahate götürür. Bunun yerine Ruh’la dolun.
(Efesliler 5:18)

İnsan sık sık sarhoş olursa madde bağımlısı olabilir. Yine burada problem alkolda değil, ona kendini bağlatan kendini onun köleliğine satan insandır.

“Bana her şey serbest” diyorsunuz, ama her şey yararlı değildir. “Bana her şey serbest” diyorsunuz, ama hiçbir şeyin tutsağı olmayacağım.
(1. Korintliler 6:12)

Günahkârların, Tanrı Egemenliği’ni miras almayacağını bilmiyor musunuz? Aldanmayın! Ne fuhuş yapanlar Tanrı’nın Egemenliği’ni miras alacaktır, ne puta tapanlar, ne zina edenler, ne oğlanlar, ne oğlancılar, ne hırsızlar, ne açgözlüler, ne ayyaşlar, ne sövücüler, ne de soyguncular.
(1. Korintliler 6:9)

Bir daha vurgu ile söylüyorum: Alkol problem değil. Bir örnek gerekirse para örnek olarak kullanabiliriz.

Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı’ya, hem de paraya kulluk edemezsiniz.
(Matta 6:24)

Zengin olmak hayat hedefi olarak belirten putperestlik yani şirk günahını işlemiş oluyor.

Problem burada para olsaydı, para haram kılmak gerekli olurdu.

Daha Fazla Bilgi

Temanlı Elifaz, Şuahlı Bildat ve Naamalı Sofar, Eyübe Tanrı hakkında kötü şeyler söylemiyorlar bence. Tanrı onları niye cezalandırıyor?

Üstelik 14.bolum 19.kisimda Eyüp Tanrı’ya da başkaldırıyor sanki. Gene Eyüp 16.bolumde Elifazin -bence- çok yerinde öğütlerine bunlar boş sözler diyor.

Yukarıda kafamı karıştıran konulara bir örnek verdim sadece. Sizlerin yorumunu merak ediyorum.

Eyüp kitabı çok ilginç bir şekilde yazılmış bir eser. Daha ilk cümlede bize Eyüp hakkında şunu dile getiriyor:

Ûs ülkesinde Eyüp adında bir adam yaşardı. Kusursuz, doğru bir adamdı. Tanrı’dan korkar, kötülükten kaçınırdı.
(Eyüp 1:1)

Bununla şunu dile getiriyor:

1. Eyüp tarihi bir insandır, efsanevi birisi değil (Us ülkesi Eski Ahit’te bilinen bir ülke idi)

2. Eyüp adlı kişinin dört ana unsurları ahlakidir. En önemlisi “kusursuz” (İbranice tamim – Türkçede aslında “ahlaki bakış açısından tam tamına, dört dörtlük birisi”).

Eyüp’ün ahlaki değerlendirmesi daha sonra bizzat Tanrı tarafından dile getiriyor:

RAB, “Kulum Eyüp’e bakıp da düşündün mü?” dedi, “Çünkü dünyada onun gibisi yoktur. Kusursuz, doğru bir adamdır. Tanrı’dan korkar, kötülükten kaçınır.”
(Eyüp 1:8)

Onun başına gelen felaketler vs. yine bizzat Tanrı’nın açıklamasına göre onun işlediği bir günah, yaptığı bir hatanın sonucu değildir.

RAB, “Kulum Eyüp’e bakıp da düşündün mü?” dedi, “Çünkü dünyada onun gibisi yoktur. Kusursuz, doğru bir adamdır. Tanrı’dan korkar, kötülükten kaçınır. Senin kışkırtmaların sonucunda onu boş yere yıkıma uğrattım, ama o doğruluğunu hâlâ sürdürüyor.”
(Eyüp 2:3)

“Boş yere” kelimesi burada önemli. Eyüp’ün başına gelmiş olan felaketin sebebi çok daha derin ve o derinlik ve Eyüp’ün ve arkadaşlarının kitabın sonuna kadar ondan haber almaması kitabı anlamak için son derecede önemli.

Eyüp’ün başına gelen iki tane ana felaket seriler şu iki problem ile alakalıdır:

1. Hakiki dindarlık, “boş yere” dindarlık ve ibadet var mı, yoksa ibadet ve dindarlık aslında bir nevi menfaat işidir?,

Şeytan, “Eyüp Tanrı’dan boşuna mı korkuyor?” diye yanıtladı. “Onu, ev halkını, sahip olduğu her şeyi sen çitle çevirip korumadın mı? Elleriyle yaptığı her şeyi bereketli kıldın. Sürüleri bütün ülkeye yayıldı. Ama elini uzatır da sahip olduğu her şeyi yok edersen, yüzüne karşı sövecektir.”
(Eyüp 1:9-11)

2. Hakiki dindarlık, ölümden (ya da cehennemden, ya da kazadan beladan) korkudan dolayı olmayan dindarlık ve ibadet var mı yoksa ibadet ve dindarlık aslında korkudan kaynaklanan bir şey mi?

“Cana can!” diye yanıtladı Şeytan, «İnsan canı için her şeyini verir. Elini uzat da, onun etine, kemiğine dokun, yüzüne karşı sövecektir.” RAB, “Peki” dedi, “Onu senin eline bırakıyorum. Yalnız canına dokunma.”
(Eyüp 2:4-6)

Farklı bir şekilde dile getirirsek Eyüp kitabı şu soru soruyor: Tanrı’yı karşılıksız ve korkusuz sevmekten kaynaklanan bir ibadet var mı?

Bu soru niye önemli? Çünkü Kutsal Kitap’ın Tanrısı için sevgiden olmayan bir ibadet boştur, ikiyüzlülüktür.

İnsanların ve meleklerin diliyle konuşsam, ama sevgim olmasa, ses çıkaran bakırdan ya da çınlayan zilden farkım kalmaz. Peygamberlikte bulunabilsem, bütün sırları bilsem, her bilgiye sahip olsam, dağları yerinden oynatacak kadar büyük imanım olsa, ama sevgim olmasa, bir hiçim. Varımı yoğumu sadaka olarak dağıtsam, bedenimi yakılmak üzere teslim etsem, ama sevgim olmasa, bunun bana hiçbir yararı olmaz. Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. Sevgi kaba davranmaz, kendi çıkarını aramaz, kolay kolay öfkelenmez, kötülüğün hesabını tutmaz.
(1.Korintliler 13:1-5)

Sevgi ise “çıkarını aramaz”, menfaat ve beklentiden uzaktır. Hakiki sevgi karşılıksızdır.

Sevgide korku yoktur. Tersine, yetkin sevgi korkuyu siler atar. Çünkü korku işkencedir. Korkan kişi sevgide yetkin kılınmamıştır.
(1.Yuhanna 4:18)

Sevgi korkuyu siler atar.

Eyüp kitabı hem Şeytan’ın hem de Eyüp’ün arkadaşlarının hem de bizim de ona aykırı olan anlayışlarımızı yıkmak istiyor. Çünkü ona aykırı olan fikirler hakiki ibadet ve dindarlık yıkıyor ve boş hale getiriyor.

Tanrı’nın kendisi karşılıksız seven, ölçüsüz fedakarlık gösteren birisi, o onun özünün bir parçasıdır. Onu anlamayan onu tanımaz.

Sevmeyen kişi Tanrı’yı tanımaz. Çünkü Tanrı sevgidir.
(1.Yuhanna 4:8)

Eyüp kitabı bizi, okur olarak da şunu soruyor: Yüce Tanrı kendi sözüne göre suçsuz bir insanın başına felaket getirebilir mi? Bizim başımıza gelen ağır felaketler olursa onların sebepleri neyi olabilir?

Şimdi gelelim Eyüp’ün arkadaşlarına. Temanlı Elifaz, Şuahlı Bildat ve Naamalı Sofar ilk bakışta Eyüp’ün birer iyi dost idi. Eyüp’ün başına gelen felaketleri duydular mı, onun ziyaretine geliyorlar. İlk önce söz kalabalığı ile değil, hiç bir söz söylemeden onunla beraber oluyorlar, empati gösteriyorlar, teselli etmek istiyorlar.

Bu üç arkadaşların daha sonra sırasında üçer konuşma fırsatları oluyor. Bu konuşma fırsatlarında özetle şu fikirler önüne koyuyorlar:

1. Eyüp dostumuz: Senin başına kısa bir süre olağanüstü felaket geldi. Bu Tanrı’nın işi, o konuda zaten hemfikirdeyiz.
2. Eyüp dostumuz: Tanrı adildir. Dolaysıyla iyi, doğru, kusursuz olanın başına kötü bir felaket getirmez.
3. Eyüp dostumuz: 1. ve 2. beraber tutarsak biliyoruz ki sen günah işlemiş olmalısın. Bundan dolayı başına bunlar geldi. Tövbe et. O halde hayatın eski gönencine kavuşur.

Dostlar o üçüncü noktayı farklı farklı bakış açılardan daha yutulabilir haline getirmek için örneğin insanın genel olarak günahkar olmasından bahsediyorlar, çocuklarının günahından dolayı öldüğünü öne sürüyorlar vs., ya da üçüncü sırasında Eyüp’e somut (ama icat edilmiş) günahlarla suçluyorlar.

Eyüp üç dostların açıklamasının doğru olmadığını biliyor. Evet, her insan gibi bir günahkardır. Ama Tanrı onun başına bundan dolayı bu felaket getirmedi. Zaten herkes biliyor ki bu dünyada nice kötü insanlar vardır ki onların başına felaket gelmiyor (örneğin: Eyüp 21:4-20). Allah o basit anlamında adalet sağlamıyor.

O halde: Tanrı niye bu felaketler başına getirdi? Eyüp onu bilmiyor ve bilmemesi çok önemli. Tanrı’yı içten, korkusuz ve menfaatsız seviyor. Ve bundan dolayı onunla içten ve korkusuz konuşuyor. İçini döküyor: Hayatının herhangi bir anlamı artık hiç görmüyor. Örneğin

“Doğduğum gün yok olsun, ‘Bir oğul doğdu´ denen gece yok olsun!… Akşamının yıldızları kararsın, Boş yere aydınlığı beklesin, Tan atışını görmesin. Çünkü sıkıntı yüzü görmemem için Anamın rahminin kapılarını üstüme kapamadı.” Neden doğarken ölmedim, Rahimden çıkarken son soluğumu vermedim?
( Eyüp 3:3, 9-11 )

Genel olarak Rabbe neler anladığını ve neler anlamadığını açıkça söylüyor ondan açıklama istiyor. Örneğin:

Suçlarım, günahlarım ne kadar? Bana suçumu, günahımı göster. Niçin yüzünü gizliyorsun, Beni düşman gibi görüyorsun?
(Eyüp 13:23-24)

“Bugün de acı acı yakınacağım, İniltime karşın Tanrı’nın üzerimdeki eli ağırdır. Keşke O’nu nerede bulacağımı bilseydim, Tahtına varabilseydim! Davamı önünde dile getirir, Kanıtlarımı art arda sıralardım. Bana vereceği yanıtı öğrenir, Ne diye- ceğini anlardım. Eşsiz gücüyle bana karşı mı çıkardı? Hayır, yalnızca dinlerdi beni. Haklı kişi davasını oraya, O’nun önüne getirebilirdi, Ben de yargılanmaktan sonsuza dek kurtulurdum.
(Eyüp 23:2-7)

Okur “bunu isyan” diye anlarsa, “bu şekilde dua edemezdim” dese, demek ki bu kitap okuru düzeltmelidir. Eyüp gibi içten menfaatsiz ve korkusuz seven birisi olarak dua etmeyi ve başına gelen felaketler konsunda Rab ile açıkça ve korkusuzca konuşmaya öğrenmelidir. Allah bunu istiyor bundan dolayı bu kitap yazdırdı. Tanrı’nın yargısına göre Eyüp Tanrı hakkında “doğruyu konuştu”.

RAB Eyüp’le konuştuktan sonra, Temanlı Elifaz’a: «Sana ve iki dostuna karşı öfkem alevlendi» dedi, «Çünkü kulum Eyüp gibi hakkımda doğruyu konuşmadınız.
(Eyüp 42:7)

Okur “ama Eyüp’ün dostları iyi niyetli, Tanrı’yı savunan dindar insanlar” diye düşünüyorsa onların cevapları Tanrı’yı öfkelendirdiğini, onların “savunma” konuşmaları hakkında Tanrı’nın yargısını bilmelidirler: Bu savunma konuşmalar günah idi, Tanrı’yı öfkelendirdi ondan tövbe edilmelidir.

RAB Eyüp’le konuştuktan sonra, Temanlı Elifaz’a: “Sana ve iki dostuna karşı öfkem alevlendi” dedi, “Çünkü kulum Eyüp gibi hakkımda doğruyu konuşmadınız. Şimdi yedi boğa, yedi koç alıp kulum Eyüp’ün yanına gidin, kendiniz için yakmalık sunu sunun. Kulum Eyüp sizin için dua etsin. Çünkü onun duasını kabul eder, aptallığınızın karşılığını vermem. Kulum Eyüp gibi hakkımda doğruyu konuşmadınız.”
(Eyüp 42:7-8)

“Eyüp’ün dostlarının konuşmalarının hatası acaba nerede?” diye de sorabiliriz. Hataları Rab adaletin ve hesapların ötesinde hareket etmediğini düşünmektedir. Rabbi günah sevap muhasebeci olarak bilmektir.

Bir insan başka bir insanı karşılıksız ve korkusuz severse ona haklı taleplerin, hesapların ötesinde iyilik yapacak ve haklı taleplerin ve hesapların ötesinde fedakarlık gösterecek.

Örneğin ailesini çok severse – aman annemden şu kadar fayda gördüm ona göre ona şu kadar fedakarlık göstereyim diyemez, düşünemez bile. Yoksa sevginin ve ailenin ne olduğunu bilmez. Eyüp’ün arkadaşları Rab’bin sadece haklı taleplerine ve hesaplarına dayalı hareket ettiğini savunuyorlar. Rab ise derinlikte seven birisi ve onun sevgisi karşılıksızdır, hesapların ötesinde. İnsanlar ile de karşılıksız sevgiye daylı bir ilişki hedefliyor bundan dolayı Eyüp’ü bu felakete soktu.

Eyüp’ün dostları Rab’bin kimliğinin bu önemli kısmını görmüyorlar bunun böyle olduğunu – iyi niyetli olsa da – yalanlıyorlar ve bu şekilde Tanrı’yı küçük düşürüyorlar, hakiki dindarlık ve ibadet baltalıyorlar. Tanrı – insan ilişkisini sadece kul efendi ya da işveren işçi seviyesinde görüyorlar. Bir aile ilişkisi gibi düşünemezler. Böyle bir yaklaşım ise Tanrı’nın özünü reddetmektir, günahtır, küfürdür. Eyüp kitabı bizim de bu günahımızı – var ise – gösterip bizi tövbeye çağırıp düzeltmeye çalışıyor.

Sorabiliriz: Bir insan nasıl Rabbi karşılıksız sevgi ile sevebilir ve ona göre dindar olabilir ve ibadet edebilir? Eyüp kitabı bize bu konuda da cevap veriyor. Eyüp felaketin içerisinde derin vahiy alıyor:

Oysa ben kurtarıcımın yaşadığını, Sonunda yeryüzüne geleceğini biliyorum. Derim yok olduktan sonra, Yeni bedenimle Tanrı’yı göreceğim. O’nu kendim göreceğim, Kendi gözlerimle, başkası değil. Yüreğim bayılıyor bağrımda!
(Eyüp 19:25-27)

Burada “kurtarıcı” diye tercüme edilmiş kelime İbranice’de “goel” kelimesidir. Bir goel normal hayatında ne gibi birisi? Goel bir sülale kavramıdır. Farz edelim: Goel’in sülalesinden olan bir kişi, borç içerisine düştü. Ya da ondan dolayı köleliğe satıldı. O halde o goel o borcu kapatan, onu kölelikten fidye parasını vererek azat eden kişiydi. Onu içinden gelen karşılıksız bir sevgiden dolayı yapar. Eyüp şimdi şunu anlıyor: Tanrı o anlamada onun şahsi “kurtarıcı”. “Sonunda yeryüzüne geleceğini biliyor”. Tanrı’nın yeryüzüne geleceğini, “yeni bedeniyle” onu göreceğini bildi. Demek ki Tanrı günah borcundan kaynaklanan ölümü yenecek, ona yeni bir beden verecek ve Tanrı’nın mecazi anlamda görebileceğini sağlayacak. Nefs perdesi kaldırılacak. Ölüm ve günah borcu ortadan kaldırılacak.

Eyüp’ün gördüğü İsa Mesih’te gerçek oldu. Günahın fidyesini ödedi.

“Çünkü İnsanoğlu bile hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için fidye olarak vermeye geldi.”
(Markos 10:45)

Yahya ertesi gün İsa’nın kendisine doğru geldiğini görünce şöyle dedi: “İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!”
(Yuhanna 1:29)

Ölüm yenildi, bize İsa Mesih’in dirilişinden dolayı yeni ve yüce bir beden hazırlandı.

Mesih İsa’yı ölümden dirilten Tanrı’nın Ruhu içinizde yaşıyorsa, Mesih’i ölümden diril- ten Tanrı, içinizde yaşayan Ruhu’yla ölümlü bedenlerinize de yaşam verecektir.
(Romalılar 8:11)

Biliyoruz ki, barındığımız bu dünyasal çadır yıkılırsa, göklerde Tanrı’nın bize sağladığı bir konut -elle yapılmamış, sonsuza dek kalacak bir evimiz- vardır. 2 Şimdiyse göksel evimizi giyinmeyi özleyerek inliyoruz.
(2. Korintliler 5:1-2)

Şimdi Tanrı bu dünyaya İsa Mesih’te ziyaret ettiyse bu kadar büyük bir fedakarlık gösterdiyse bu ancak onun hesapların dışında, karşılıksız sevgiden dolayı yaptı.

Sevmeyen kişi Tanrı’yı tanımaz. Çünkü Tanrı sevgidir. Tanrı biricik Oğlu aracılığıyla yaşayalım diye O’nu dünyaya gönderdi, böylece bizi sevdiğini gösterdi. Tanrı’yı biz sevmiş değildik, ama O bizi sevdi ve Oğlu’nu günahlarımızı bağışlatan kurban olarak dünyaya gönderdi. İşte sevgi budur.

Eyüp bu derecede seven Tanrı ile tanıştı, Allah ona yüzyıllar sonra yapacak olan bu derin kurtuluş planını gösterdi. Onun karşılıksız, hesapların dışında seven birisi hakiki bir goel olarak anladı. Biz de Tanrı’nın bu derin sevgisini görürsek ve anlarsak ancak onu o derecede sevebiliriz.

Bizse seviyoruz, çünkü önce O bizi sevdi.
(1. Yuhanna 4:19)

Daha Fazla

Sabah olunca bütün baş kâhinlerle halkın ileri gelenleri, İsa’yı ölüm cezasına çarptırmak konusunda anlaştılar. O’nu bağladılar ve götürüp Vali Pilatus’a teslim et- tiler. İsa’ya ihanet eden Yahuda, O’nun mahkûm edildiğini görünce yaptığına pişman oldu. Otuz gümüşü baş kâhinlere ve ileri gelenlere geri götürdü. “Ben suçsuz birini ele vermekle günah işledim” dedi. Onlar ise, “Bundan bize ne? Onu sen düşün” dediler. Yahuda paraları tapınağın içine fırlatarak oradan ayrıldı, gidip kendini astı. Paraları toplayan baş kâhinler, “Kan bedeli olan bu paraları tapınağın hazinesine koymak doğru olmaz” dediler. Kendi aralarında anlaşarak bu parayla yabancılar için mezarlık yapmak üzere Çömlekçi Tarlası’nı satın aldılar. Bunun için bu tarlaya bugüne dek “Kan Tarlası” denilmiştir. Böylece Peygamber Yeremya aracılığıyla bildirilen şu söz yerine gelmiş oldu: “İsrailoğulları’ndan kimilerinin O’na biçtikleri değerin karşılığı olan Otuz gümüşü aldılar; Rab’bin bana buyurduğu gibi, Çömlekçi Tarlası’nı satın almak için harcadılar.”
(Matta 27:1-10)

Bu anlatımına göre Yahuda:

1. Aldığı ihanet parası tapınağın içine fırlattı. Bu paradan “Kan Tarlası” adını alan Çömlekçi Tarlası alındı.

2. Yahuda kendini astı.

O günlerde Petrus, yaklaşık yüz yirmi kardeşten oluşan bir topluluğun ortasında ayağa kalkıp şöyle konuştu: “Kardeşler, Kutsal Ruh’un, İsa’yı tutuklayanlara kılavuzluk eden Yahuda ile ilgili olarak Davut’un ağzıyla önceden bildirdiği Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi gerekiyordu. Yahuda bizden biri sayılmış ve bu hizmette yerini almıştı.” Bu adam, yaptığı kötülüğün karşılığında aldığı ücretle bir tarla satın aldı. Sonra baş aşağı düştü, bedeni yarıldı ve bütün bağırsakları dışarı döküldü.

(Elçilerin İşleri 1:16-18)

Bu anlatımına göre Yahuda:

1. Bir tarla satın aldı. Bu olgu Matta’nın aynısını dile getiriyor. Nasıl? Ölü olan Yahuda bir tarla bizzat alamaz. Ama nasıl bugünkü Türkiye’de “ölümden sonra geçerli” bir vekaletnamesi ile tapu işlemler ölü bir kişinin adına ve hesabına yapılabilirse burada da aynı şey söz konusu. İncil’in asıl dili olan Grekçede satın almak yerine geçen kelime “ktaomai” bizzat aktif bir hareket olmayabilir. Bu kelime örneğin Luka 18:12 ayetinde “kazanç” olarak tercüme edildi.

2. Daha sonra baş aşağı düştü, bedeni yarıldı ve bütün bağrısakları dışarı döküldü. Burada ölümünden sonraki olaylar anlatılıyor: Petrus herhalde şunu anlatıyor: asılmış Yahuda İskariyot asılarak öldü. Ondan sonra asılma ipi yırtıldı. Naaşı baş aşağı düştü, vücut feci bir şekilde yırtıldı.

Daha Fazla

Kayin’in Eşi Onun Kızkardeşi Miydi?

Yaratılış kitabına göre bütün insanlık tek bir tane anne ve tek bir tane babadan türedi. Bu olgu önemlidir, vurgu ile İncil’de buluyoruz:

Herkese yaşam, soluk ve her şeyi veren kendisi olduğuna göre, bir şeye gereksinmesi varmış gibi O’na insan eliyle hizmet edilmez. Tanrı, bütün ulusları tek insandan türetti ve onları yeryüzünün dört bucağına yerleştirdi.
(Elçilerin İşleri 17:25)

Çünkü buna göre bütün insanlık tek bir kökten geldi, tek bir ırktır. Bu modern DNA analizler tarafından desteklenen bir olgudur.

Başlangıçta tek bir çift olduysa onun çocukları aralarında evlenip çocuk sahibi olmak kaçınıl- mazdıur. Bu matematiksel ve mantıksal bir gereksinimdir.

Kutsal Kitap bize Kayin’in eşi hakkında detaylı bilgi vermiyor. Bu konuda okuduğumuz tek açıklama Kayin karısıyla yattı. Karısı hamile kaldı ve Hanok’u doğurdu. Kayin o sırada bir kent kurmaktaydı. Kente oğlu Hanok’un adını verdi.
(Yaratılış 4:17)

Onun eşi ya onun kızkardeşi idi ya da başka bir kardeşinin örneğin Habil’in kızı ya da torunu idi.

“Annesinden ya da babasından olan kızkardeşiyle yatana lanet olsun!” “Bütün halk, ‘Amin!’ diyecek.
(Yasa’nın Tekrarı 27:22)

ayetinde daha sonra Musa’nın döneminde geçerli olan enseste karşı buyruk başlangıçtan beri geçerli olsaydı buyruğuna aykırı olurdu. İnsanlık o halde tek bir kuşağa sahip olurdu.

Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.”
(Yaratılış 1:28)

Daha Fazla

İlyas Eski Ahit‘n önemli bir peygamber idi. Ahab ve İzebel döneminde Rab‘en uzaklaştırılmış İsrailoğullarını Rab‘e döndürme görevi vardı ki Rab halkını yargılamasın. İlyas hiç kimseden korkmayan, taviz vermeyen, derinlikte iman eden bir peygamberdi. Ama görevi başka birine de- vretmek zorunda kaldı, Elişa adlı bir peygamber. 1Kr.17 bölümünde aniden, durup dururken önümüze çıkıyor, 2Kr. 2 bölümüne kadar devamlı onun hakkında okuyoruz.

Onlar yürüyüp konuşurlarken, ansızın ateşten bir atlı araba göründü, onları birbirinden ayırdı. İlyas kasırgayla göklere alındı. (2.Korintliler 2:11)

Bu ayete göre ölmedi, göğe alındı. Elişa onun yerini aldı ve onun görevini bir bakış açısından tamamladı.

“RAB’bin büyük ve korkunç günü gelmeden önce size Peygamber İlyas’ı göndereceğim. O babaların yüreklerini çocuklarına, çocukların yüreklerini babalarına döndürecek. Öyle ki, gelip ülkeyi lanetleyerek yok etmeyeyim.”
(Malaki 4:5-6)

Bu ayete göre İlyas Rab‘in günü (kıyamet günü) gelmeden önce dünyaya döneceğini okuyoruz. Çünkü yine insanların yürekleri birbirine ve Rab‘e döndürmek lazım.

“İşte habercimi gönderiyorum. Önümde yolu hazırlayacak. Aradığınız Rab ansızın tapınağına gelecek; görmeyi özlediğiniz antlaşma habercisi gelecek” diyor Her Şeye Egemen RAB. Ama onun geleceği güne kim dayanabilir? O belirince kim durabilir? Çünkü o maden arıtıcının ateşi, çamaşırcının kül suyu gibi olacak;
(Malaki 3:1-2)

Aynı gerçeği farklı bir şekilde dile getiriyor: Rab‘in bizzat kendisi geliyor ve onun önünde onun yolunu hazırlayan birisini gönderiyor. Bu olay başka peygamberlerde de dile getiriliyor:

Şöyle haykırıyor bir ses: “Çölde RAB’bin yolunu hazırlayın, Bozkırda Tanrımız için düz bir yol açın.”
(Yeşaya.40:3)

Kral Hirodes de olup bitenleri duydu. Çünkü İsa’nın ünü her tarafa yayılmıştı. Bazıları,

“Bu adam, ölümden dirilen Vaftizci Yahya’dır. Olağanüstü güçlerin onda etkin olmasının nedeni budur” diyordu. Başkaları, “O İlyas’tır” diyor, yine başkaları, “Eski peygamberlerden biri gibi bir peygamberdir” diyordu.

Hirodes bunları duyunca,

“Başını kestirdiğim Yahya dirildi!” dedi.
(Markos 6:14-16)

Öğrencileri O’na şu karşılığı verdiler: “Vaftizci Yahya diyorlar. Ama kimi İlyas, kimi de peygamberlerden biri olduğunu söylüyor.”
(Markos 8:28)

İsa’ya, “Din bilginleri neden önce İlyas’ın gelmesi gerektiğini söylüyorlar?” diye sordular.
(Markos 9:11)

Orada duranlardan bazıları bunu işitince, “Bu adam İlyas’ı çağırıyor” dediler. İçlerinden biri hemen koşup bir sünger getirdi, ekşi şaraba batırıp bir kamışın ucuna takarak İsa’ya içirdi. Öbürleri ise, “Dur bakalım, İlyas gelip O’nu kurtaracak mı?” dediler.
(Matta 27: 47-49)

‘İşte, habercimi senin önünden gönderiyorum; O önden gidip senin yolunu hazırlaya- cak´ diye yazılmış olan sözler onunla ilgilidir. (Matta 11:10)

ayetinde İsa Mesih Yahya ile ilgili Malaki 3:1 alıntı olarak kullanıyor,

Peygamber Yeşaya’nın Kitabı’nda şöyle yazılmıştır: “İşte, habercimi senin önünden gönderiyorum; O senin yolunu hazırlayacak.” “Çölde haykıran, ‘Rab’bin yolunu hazırlayın, Geçeceği patikaları düzleyin´ diye sesleniyor.”
(Markos 1:2-3)

Şöyle haykırıyor bir ses: “Çölde RAB’bin yolunu hazırlayın, Bozkırda Tanrımız için düz bir yol açın.”
(Yeşaya 40:3)

dolduran kişi olarak görüyoruz ve

İsrailoğulları’ndan birçoğunu, Tanrıları Rab’be döndürecek. Babaların yüreklerini çocuklarına döndürmek, söz dinlemeyenleri doğru kişilerin anlayışına yöneltmek ve Rab için hazırlanmış bir halk yetiştirmek üzere, İlyas’ın ruhu ve gücüyle Rab’bin önünden gidecektir.”
(Luka 1:16-17)

“O babaların yüreklerini çocuklarına, çocukların yüreklerini babalarına döndürecek. Öyle ki, gelip ülkeyi lanetleyerek yok etmeyeyim.”
(Malaki 4:6)

ayetlerinde Yahya‘ın ayatlerde geçen kişi olarak görüyoruz. Aynı zamanda Luka bize İlyas hakkında şu bilgi veriyor: İlyas‘ın ruhu ve gücüyle Rab‘in önünde giden kişidir. Yani Yahya fonksiyonel olarak bir “İlyas” idi.

Altı gün sonra İsa, yanına yalnız Petrus, Yakup ve Yakup’un kardeşi Yuhanna’yı alarak yüksek bir dağa çıktı. Onların gözü önünde İsa’nın görünümü değişti. Yüzü güneş gibi parladı, giysileri ışık gibi bembeyaz oldu. O anda Musa’yla İlyas öğrencilere göründü. İsa’yla konuşuyorlardı. Petrus İsa’ya, “Ya Rab” dedi, “Burada bulun- mamız ne iyi oldu! İstersen burada üç çardak kurayım: Biri sana, biri Musa’ya, biri de İlyas’a.” Petrus daha konuşurken parlak bir bulut onlara gölge saldı. Buluttan gelen bir ses, “Sevgili Oğlum budur, O’ndan hoşnudum. O’nu dinleyin!” dedi. Öğrenciler bunu işitince, dehşet içinde yüzüstü yere kapandılar. İsa gelip onlara dokundu, “Kalkın, korkmayın!” dedi. Başlarını kaldırınca İsa’dan başka kimseyi göremediler. Dağdan inerlerken İsa onlara, “İnsanoğlu ölümden dirilmeden, gördüklerinizi kimseye söylemeyin” diye buyurdu. Öğrencileri O’na şunu sordular: “Peki, din bilginleri neden önce İlyas’ın gelmesi gerektiğini söylüyorlar?” İsa, “İlyas gerçekten gelecek ve her şeyi yeniden düzene koyacak” diye yanıtladı. “Size şunu söyleyeyim, İlyas zaten geldi, ama onu tanımadılar, ona yapmadıklarını bırakmadılar. Aynı şekilde İnsanoğlu da onların elinden acı çekecektir.”
(Matta 17:1-12)

metnine bakarsak şunu görüyoruz:

Metnin başlangıcında dağda hakiki olan Musa ve İlyas‘ı görüyoruz. Metnin ilerisinde Yahya hakkında “bu İlyas idi“ diye bir söz okuyoruz ki oradakiler hemen İlyas ve Yahya ayrı kişiler olduğunu biliyorlardı. Ondan şunu çıkartabiliriz: Yahya bizzat İlyas değildi.

Onlar da kendisine, “Öyleyse sen kimsin? İlyas mısın?” diye sordular. O da, “Değilim” dedi. “Sen beklediğimiz peygamber misin?” sorusuna, “Hayır” yanıtını verdi.
(Yuhanna 1:21)

Ama Malaki’nin İlyas vaadi dolduran kişi idi (o anlamda İsa Mesih onun “İlyas” olduğunu söylüyor). İlyas ve Elişa bir bakış açısından da Yahya ve İsa Mesih‘e benziyorlar ama İsa Mesih‘in Matta 11‘e söylediği gibi Yahya, peygamberlerden de üstün bir kişi idi (o bakış açısından da İlyas olamazdı) ve kendisi Eski Ahit‘e geleceğini söyleyen Rab idi.
Şu soru kalıyor: O halde

“RAB’bin büyük ve korkunç günü gelmeden önce size Peygamber İlyas’ı göndereceğim. O babaların yüreklerini çocuklarına, çocukların yüreklerini babalarına döndürecek. Öyle ki, gelip ülkeyi lanetleyerek yok etmeyeyim.”
(Malaki 4:5-6)

ayetini daha da derin dolduracak birisi kıyamet gününe yakın bir dönemde ortaya çıkıyor. Yani bu sözün (başka bir süre peygamberlik sözlerinde olduğu gibi) başka bir gerçekleşmesi var mı? Bundan emin değilim. Bazılarına göre Vahiy 11 bölümünde gösterilmiş olan iki tanıkların birisi İlyas‘tır ki orada bize anlatılan mucizeler İlyas‘ın mucizelerine benziyor. Ama Vahiy 11 ve başka ayetler bize yeterince bilgi vermiyor. Ben o halde susuyorum.

Daha Fazla

“Yeryüzüne barış getirmeye mi geldiğimi sanıyorsunuz? Size hayır diyorum, ayrılık getirmeye geldim. Bundan böyle bir evde beş kişi, ikiye karşı üç, üçe karşı iki bölünmüş olacak. Baba oğluna karşı, oğul babasına karşı, anne kızına karşı, kız annesine karşı, kaynana gelinine karşı, gelin kaynanasına karşı olacaktır.”
(Luka 12:51-53)

Çünkü oğul babasına saygısızlık ediyor, Kız annesine, gelin kaynanasına karşı geliyor. İnsanın düşmanı kendi ev halkıdır.
(Mika 7:6)

Bu ayetleri açıklayabilir misiniz?

Yeşaya peygamber M.Ö. 700 civarında Mesih’in reddedilmiş, hor görülmüş, anlaşılmamış birisi olacağını anlattı.

Verdiğimiz habere kim inandı? RAB’bin gücü kime açıklandı? O RAB’bin önünde bir fidan gibi, Kurak yerdeki kök gibi büyüdü. Bakılacak biçimden, güzellikten yoksundu. Gönlümüzü çeken bir görünüşü de yoktu. İnsanlarca hor görüldü, Yapayalnız bırakıldı. Acılar adamıydı, hastalığı yakından tanıdı. İnsanların yüz çevirdiği biri gibi hor görüldü, Ona değer vermedik. Aslında hastalıklarımızı o üstlendi, Acılarımızı o yüklendi. Bizse Tanrı tarafından cezalandırıldığını, Vurulup ezildiğini sandık. Oysa, bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi, Bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza Ona verildi. Bizler onun yaralarıyla şifa bulduk.
(Yeşaya 53:1-5)

İsa Mesih böyle bir insandı; reddedilen, acı çeken, zulüm gören, öldürülen. İsa Mesih yaşayacağı sıkıntıyı öğğrencilerinde de anlattaı ama öğrencileri bunu duymak istemediler.

Bundan sonra İsa, kendisinin Yeruşalim’e gitmesi, ileri gelenler, başkâhinler ve din bilginlerinin elinden çok acı çekmesi, öldürülmesi ve üçüncü gün dirilmesi gerektiğini öğrencilerine anlatmaya başladı. Bunun üzerine Petrus O’nu bir kenara çekip azarlamaya başladı. “Tanrı korusun, ya Rab! Senin başına asla böyle bir şey gelmeyecek!” dedi. Ama İsa Petrus’a dönüp, “Çekil önümden, Şeytan!” dedi, “Bana engel oluyorsun. Düşüncelerin Tanrı’ya değil, insana özgüdür.” Sonra İsa, öğrencilerine şunları söyledi: “Ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin. Canını kurtarmak isteyen onu yitirecek, canını benim uğruma yitiren ise onu kurtaracaktır. İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yararı olur? İnsan kendi canına karşılık ne verebilir?”
(Matta 16:21-26)

İsa Mesih reddedilmiş, hor görülmüş ve acı çeken birisi olduğundan dolayı onun öğrenci- leri/talebeleri de reddedilmiş, hor görülmüş, zulüm gören ve bazıları da Mesih’e iman ettiğinden dolayı öldürüleceğini aynı şekilde belirtti. Daha ilk büyük konuşmada yaşanılacak zorlukların öğrenciliğin/talebeliğin doğal bir sonucu olduğunu belirtti:

Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere! Çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır. “Benim yüzümden insanlar size sövüp zulmettikleri, yalan yere size karşı her türlü kötü sözü söyledikleri zaman ne mutlu size! Sevinin, sevinçle coşun! Çünkü göklerdeki ödülünüz büyüktür. Sizden önce yaşayan peygamberlere de böyle zulmettiler.” “Yeryüzünün tuzu sizsiniz. Ama tuz tadını yitirirse, bir daha ona nasıl tuz tadı verilebilir? Artık dışarı atılıp ayak altında çiğnenmekten başka işe yaramaz.”
(Matta 5:10-13)

Çünkü aynı şekilde peygamberler bunu de yaşadı. Gerçeği söyleyen yedi köyden kovulur. İsa Mesih özellikle kendisi için ve kendi mesajı için öğrencilerin birçoğunun zulüm göreceğini açıkladı. Bu zulüm sık sık insanın kendi ailesinin içinden geleceğini de açıkça belirtti.

“Size doğrusunu söyleyeyim” dedi İsa, “Benim ve Müjde’nin uğruna evini, kardeşlerini, anne ya da babasını, çocuklarını ya da topraklarını bırakıp da şimdi, bu çağda çekeceği zulümlerle birlikte yüz kat daha fazla eve, kardeşe, anneye, çocuğa, toprağa ve gelecek çağda sonsuz yaşama kavuşmayacak hiç kimse yoktur.”
(Markos 10:29)

İsa Mesih öğrencilerine kendisine zulmedenler için dua eden, onları her şeye rağmen seven, bağışlayan birisi olduğunu gösterdi ve onların da öyle olması gerektiğini vurguladı.

Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. Öyle ki, göklerdeki Babanız’ın oğulları olasınız. Çünkü O, güneşini hem kötülerin hem iyilerin üzerine doğdurur; yağmurunu hem doğruların hem eğrilerin üzerine yağdırır.
(Matta 5:44-45)

Birçok öğrenci/talebe adayı şunu düşünebilir: İsa Mesih’in öğrencisi/talebesi olursam o zaman hayatım rahat olacak mı? Aile içerisinde, İsa Mesih de annesine, babasına karşı saygı göstermenin önemli bir buyruk olduğunu vurguladı:

“O’nun buyruklarını biliyorsun: ‘Zina etmeyeceksin, adam öldürmeyeceksin, çalmaya- caksın, yalan yere tanıklık etmeyeceksin, annene babana saygı göstereceksin.”
(Luka 18:20)

Ama insan Mesih’e inandığını ailesine açıklarsa, ailesi ona karşı çıkıyor, onu “vatan haini”, “mürted”, “gavur” olarak ilan edip, kapı dışarı eder, “oğlum/kızım artık değilsin” der, “ailemizin yüz karasısın” der ve belki de döver, tehdit eder. Ya bizi ya da Mesihi’ seç diyebiliyorlar. Ya da sen bu şekilde kalırsan seni ailemizden kovacağız derler. O halde şunu düşünebilir: İsa Mesih barış için gelmedi mi? Niye bu duruma düştüm? İşte İsa Mesih öğrenci adaylarına önceden, karar vermeden bunları anlatıyor. Olabilir diyor, ailen ve benim aramda tercih yapmak zorunda kalabilirsin, bunu bil. Sana rahat bir hayat sağlamak için gelmedim. Bu ayrılık birçok öğrenci için gerekli bir unsurdur. Niye gerekli ve olumlu bir unsur olsun? İşte:

İman eden sizler için bu taş değerlidir. Ama imansızlar için, “Yapıcıların reddettiği taş Köşenin baş taşı,” “Sürçme taşı ve tökezleme kayası oldu.” İmansızlar Tanrı’nın sözünü dinlemedikleri için sürçerler. Zaten sürçmek üzere belirlenmişlerdir. Ama siz seçilmiş soy, Kral’ın kâhinleri, kutsal ulus, Tanrı’nın öz halkısını<z. Sizi karanlıktan şaşılası ışığına çağıran Tanrı’nın erdemlerini duyurmak için seçildiniz. Bir zamanlar halk değildiniz, ama şimdi Tanrı’nın halkısınız. Bir zamanlar merhamete erişmemiştiniz, şimdiyse merhamete eriştiniz. Sevgili kardeşler, size yalvarırım, cana karşı savaşan benliğin tutkularından kaçının. Çünkü bu dünyada yabancı ve konuksunuz. İnanmayanlar arasında olumlu bir yaşam sürün. Öyle ki, kötülük yapanlarmışsınız gibi size iftira etseler de, iyi işlerinizi görerek Tanrı’yı, kendilerine yaklaştığı gün yüceltsinler.
(1.Petrus 2:7-12)

Zulmedilen bir öğrenci zulmedilen Mesih’in doğru tanığı ve temsilcisidir.

İsa Mesih’in öğrencisi/talebesi için yukarıda anlatıldığı gibi ailesi ile İsa Mesih arasında tercih etmek zorunda kalabilir. İsa Mesih diyor ki bu tercihini ailesinden yana kullanırsa kendi öğrencisi/talebesi olamaz.

Daha fazla