Tanrı'nın Hoşlandığı Oruç


Sevgili ziyaretçimiz, bu makalemizde oruç kavramını Hristiyan bakış açısıyla irdeleyeceğiz. Bizim temel kaynağımız Tanrı sözü olan İncil’dir. Eğer kargo dahil ücretsiz İncil almak isterseniz aşağıdaki linkten formu doldurmanız yeterlidir. Size iyi okumalar diliyoruz.

Talep Formu

Benim Seçtiğim Oruç

Oruç

Bildiğiniz gibi Ramazan Bayramı, Arap takviminin dokuzuncu ayı olup İslam inancına göre Kuran’ın yeryüzüne inmeye başladığı kutsal ay sayılır. Şehr-i ramazan boyunca müslümanlar, güneşin doğuşundan batışına kadar yememek, içmemek ve cinsel ilişkide bulunmamak anlamına gelen orucu tutmakla yükümlüdürler. Oruç İslamiyet’in beş temel zorunluluğundan biridir ve bu emri yerine getirmeyen kişi (hastalık, hamilelik veya yolculuk haricinde) Islamdan çıkmış sayılır. Nitekim Kur’an’da şöyle yazar:

«Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye, size sayılı günlerde farz kılındı [boynunuza borç oldu]… Ramazan ayı, ki onda Kur’an, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak– indirildi. Sizden bu ayı idrak eden onda oruç tutsun.» (Bakara/2:183–185)

Peki, oruç tutmanın amacı nedir? Günümüzde kimi orucun amacı sağlıktır der, kimi ise ibadetimizin bir parçasıdır der. Halbuki esas amacı, Ebu Hüreyre’nin naklettiği şu hadiste açıklanır:

«İnanarak ve bilerek Ramazan ayını ihyâ edenin (dirilten, canlandıran – oruç tutarak, sadaka vererek, terâvih kılarak vb.) geçmişteki bütün günahları bağışlanır.»

oruç
Oruç birçok dinde temel ibadet biçimlerinden biridir.

Oruç ve İbadet

Demek ki sonuçta oruç, tıpkı diğer bütün dini yükümlülükler gibi, günahların karşılığına verilen bir bedel niteliğindedir. İşlenen bir günahın bağışlanması için yapılması ya da verilmesi gereken şeye kefâret denir. Müslüman inançlarına göre, Tanrı ancak bir kefâret karşılığında günahı bağışlar. Bu kefâret çoğunlukla oruç tutmak, sadaka vermek, kurban kesmek, iyilik yapmak vb. işlerle gerçekleştirilir.

Bu inanç sistemine göre, Tanrı katında aklanmak isteyen insanlar, bu işleri yerine getirmek için sürekli çalışırlar. Ama insan bunların birçoğunu yerine getirmekte eksik olduğu için, hep Tanrı’dan af dilemek zorunda kalır. Birçok dindar kişi de yüreğinde, yaptıklarım yeterli mi değil mi, diye endişe duyar.

Acaba yüce Tanrı, bizim tuttuğumuz oruçlara ve yaptığımız diğer sevaplara nasıl bakıyor? Gerçekten bunlardan hoşlanıyor mu dersiniz? Oruç tutmamızı, günahlarımız için yeterli bir kefaret olarak kabul eder mi? Bu konuda size birkaç söz sunmak istiyoruz.

Dikkat ederseniz, yukarıdaki Kuran ayetinde, “sizden öncekiler” ifadesi geçer. Bununla Allah’ın Sözü olan Tevrat, Zebur ve İncil’e inananlar (Ehl-i Kitap) kastedilir. Bu kitapların tümü olan Kitabı Mukaddes’te (Kutsal Kitap) Tanrı’nın oruçla ilgili isteği açıklanır. Tevrat’tan ve İncil’den bazı ayetler aktararak, Tanrı katında aklanmak konusuna ışık tutalım. Bu konularda yanılmamak çok ama çok önemlidir, nitekim bizim sonsuz utancımız veya sonsuz mutluluğumuz söz konusudur.

Tanrı Kimden Hoşnut Olur?

Önce şunu söylemek gerekir ki Kutsal Kitap boyunca gerçekten Tanrı için tutulan oruç iyi ve makbul bir iştir. Bu yazıda oruç hakkında söyleyeceklerimizin hiç kimsenin oruç tutmasına engel olmasını istemeyiz.

Aynı zamanda, kimsenin oruç tutmakla günahlarım bağışlanacak diye yanılmasını da istemeyiz. Çünkü Kutsal Kitap’ta şöyle yazılıdır, “Hiç kimse Kutsal Yasa’nın gereklerini yapmakla aklanamaz”. Sevgi olan Tanrı, herkesin kurtulmasını ve gerçeğin bilincine erişmesini ister. Bu nedenle O, yaptığımız dini işlerden bağımsız olarak, günahlarımızın bağışlanması için bambaşka bir kurtarış sağlamıştır. Kutsal Yazılar’da Tanrı’nın Yasa’dan bağımsız olarak insanı nasıl aklayacağı açıklandı. İzninizle bunu aktarmak istiyoruz.

İlk olarak Tevrat’ta oruçla ilgili Yeşaya Peygamber’in yazdıklarına bakalım. Okuyucumuzun dikkatle okumasını rica ederiz:

“Avaz avaz bağırın, çekinmeyin, sesinizi boru sesi gibi yükseltin; halkıma isyanlarını, Yakup soyuna günahlarını bildirin. Bana her gün danışıyor, yollarımı öğrenmekten zevk duyuyorlarmış! Doğru davranan, Tanrısı’nın buyruğundan ayrılmayan bir ulusmuş gibi… Benden adil yargılar diliyor, bana yaklaşmaktan zevk alıyorlarmış. Diyorlar ki, ‘Oruç tuttuğumuzu neden görmüyor, isteklerimizi denetlediğimizi neden farketmiyorsun?’ 

İçten Oruç ve İbadet

“Bakın, oruç tuttuğunuz gün keyfinize bakıyor, işçilerinizi eziyorsunuz. Orucunuz kavgayla, çekişmeyle, şiddetli yumruklaşmayla bitiyor. Bugünkü gibi oruç tutmakla sesinizi yükseklere duyuramazsınız. İstediğim oruç bu mu sanıyorsunuz? İnsanın isteklerini denetlemesi gereken gün böyle mi olmalı? Kamış gibi baş eğip çul ve kül üzerine mi oturmalı? Siz buna mı oruç, RAB’bi hoşnut eden gün diyorsunuz? Benim istediğim oruç, haksız yere zincire, boyunduruğa vurulanları salıvermek, ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak, her türlü boyunduruğu kırmak değil mi? Yiyeceğinizi açla paylaşmak değil mi? Barınaksız yoksulları evinize alır, çıplak gördüğünüzü giydirir, yakınlarınızdan yardımınızı esirgemezseniz, ışığınız tan gibi ağaracak, çabucak şifa bulacaksınız. Doğruluğunuz önünüzden gidecek, RAB’bin yüceliği artçınız olacak. O zaman yardım çağrılarınızı RAB yanıtlayacak, feryat ettiğinizde, ‘İşte buradayım’ diyecek.

“Eğer boyunduruğa, başkalarını suçlamaya, kötücül konuşmalara son verirseniz, açlar uğruna kendinizi feda eder, yoksulların gereksinimini karşılarsanız, ışığınız karanlıkta parlayacak, karanlığınız öğlen gibi ışıyacak. RAB her zaman size yol gösterecek, kurak topraklarda sizi doyurup güçlendirecek. İyi sulanmış bahçe gibi, tükenmez su kaynağı gibi olacaksınız. Halkınız eski yıkıntıları onaracak, geçmiş kuşakların temelleri üzerine yeni yapılar dikeceksiniz. ‘Duvardaki gedikleri onaran, sokakları oturulacak hale getiren’ denecek sizlere. “Kutsal günümde dilediğinizi yapmaz, Şabat Günü’nü çiğnemezseniz, Şabat Günü’ne ‘Zevkli’, RAB’bin kutsal gününe ‘Onurlu’ derseniz, kendi yolunuzdan gitmez, keyfinize bakmayıp boş konulara dalmaz, o günü yüceltirseniz, RAB’den zevk alırsınız. O zaman sizi yeryüzünün yüksek yerlerine çıkarır, atanız Yakup’un mirasıyla doyururum.”
Bunu söyleyen RAB’dir.
(Yeşaya 58: 1–14)

Bu güzel bölümün bazı gerçekleri üzerinde birlikte düşünelim.

Gerçekler ortadadır:

1) Halk oruç tuttuğu halde yine de günahlıydı.

Rab, “halkıma günahlarını bildir” dedi. Halk dindardı, ama Tanrı onların dini işlerinden tiksiniyordu. Yasa’nın bazı gereklerini yapmaları onları Tanrı katında aklamamıştı. Hala suçluydular. Halk aslında Tanrı’ya karşı ruhen isyan etmişti, ama farkında değillerdi. Kendi suçlarını göremiyorlardı. Dinin gereklerini yerine getirdikleri için vicdanları uyuyordu, onları suçlamıyordu. Halbuki Tanrı katında suçluydular.

Onlar oruç tutarken işçilerini sıkıştırıyorlar, kavga ediyorlar, çekişiyorlardı. Aslında onları kirleten ağızlarına giren değil, ağızlarından; yüreklerinden çıkandı. Çünkü İsa’nın dediği gibi, “Kötü düşünceler, ahlaksızlık, hırsızlık, cinayet, zina, açgözlülük, kötütük, hile, sefahat, kıskançlık, iftira, kibir ve akılsızlık içten, insanın yüreğinden kaynaklanır. Bu kötülüklerin hepsi içten kaynaklanır ve insanı kirletir.” (Markos 7:21–22).

Gerçek anlamda, “oruç” kendimizi bazı iyi ve yararlı şeylerden geçici olarak alıkoymak demektir. Doğal benliğimizi denetleyerek kendimizi Tanrı’ya adamak demektir. Ama her şeyden önce insanın denetlemesi gereken şey içinden kaynaklanan kötülüklerdir. Bu asıl öz denetim olmadan yiyip içmede şu ya da bu yolda kendimizi kısıtlayarak Tanrı’ya gösterilen kulluk ne derece doğrudur?

2) Oruç tutarak sözde alçalmaları, onlar için bir gurur kaynağına dönüşmüştü.

“Oruç tuttuk, canımızı alçalttık” diye övünüyorlardı. Sanki Tanrı’ya rüşvet verirmiş gibi! Yaptıkları iyi işlerin karşılığı olarak O’nun beğenisini hak edeceklerdi! Nitekim çalışana verilen ücret lütuf değil hak sayılmaz mı?

Durumları, İncil’de yer alan şu örneğe benzer:

Kendi doğruluklarına güvenip başkalarına tepeden bakan bazı kişilere İsa şu benzetmeyi anlattı: “Biri Ferisi, öbürü vergi görevlisi iki kişi dua etmek üzere tapınağa çıktı. Ferisi ayakta kendi kendine şöyle dua etti: ‘Tanrım, öbür insanlara –soygunculara, hak yiyenlere, zina edenlere– ya da şu vergi görevlisine benzemediğim için sana şükrederim. Haftada iki gün oruç tutuyor, bütün kazancımın ondalığını veriyorum.’

“Vergi görevlisi ise uzakta durdu, gözlerini göğe kaldırmak bile istemiyordu, ancak göğsünü döverek, ‘Tanrım, ben günahkâra merhamet et’ diyordu.

“Size şunu söyleyeyim, Ferisi değil, bu adam aklanmış olarak evine döndü. Çünkü kendini yücelten herkes alçaltılacak, kendini alçaltan ise yüceltilecektir.” (Luka 18:9-14)

Acaba bizler bazen kınadığımız Ferisiler’in bu düşüncelerine kapılıyor muyuz? Kendi doğruluklarımıza güvenip başkalarına (günahkarlar dediklerimize) tepeden bakıyor muyuz? Örneğin dindarsak, “Çok şükür, ben bu sözde Müslümanlar gibi ikiyüzlü değilim. Orucumu tutarım, namazımı kılarım…” dindar değilsek, “Çok şükür bu ikiyüzlü yobazlar gibi değilim. Ben dar kafalı değil, açık fikirli çağdaş bir Müslümanım, bütün insanları severim. Kimsenin hakkını yemem. Her insanı eşit sayarım.” diyerek hiç övünüyor muyuz?

İsa Mesih bunun başka bir boyutunu şöyle açıkladı:

“Doğruluğunuzu insanların gözü önünde gösteriş amacıyla sergilemekten kaçının. Yoksa göklerdeki Babanız’dan ödül alamazsınız…”

Oruç tuttuğunuz zaman, ikiyüzlüler gibi surat asmayın. Onlar oruç tuttuklarını insanlara belli etmek için kendilerine perişan bir görünüm verirler. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır. Siz oruç tuttuğunuz zaman, başınıza yağ sürüp yüzünüzü yıkayın. Öyle ki, insanlara değil, gizlide olan Babanız’a oruçlu görünesiniz. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir.” (Matta 6:1, 16–18)

İnsanlar olarak bizler, hep başkalarının hakkımızdaki düşündüklerine önem vermeye meyilliyiz. Fakat aslında tek olan Tanrı’dan korkmalıyız, O’nun övgüsünü kazanmaya çalışmalıyız, değil mi? Dikkat edelim, Tanrı gösteriş için insanların gözü önünde yapılana değil de, gizlilik içinde yapılana bakıyor. İnsan hep yüze bakar, fakat Tanrı yüreğe bakar.

Tanrı’nın Esas Aradığı, Gerçek Doğruluktur:

Tanrı’nın hoşlandığı oruç (ikinci bahsettiğimiz) ancak eylemde görülür. Ayetlerde okuduğumuz oruç tutan kişiler, yaptıkları yanlışlıklardan çok, yapmadıkları yüzünden suçludurlar. Örneğin, kendi ekmeğini aç olanla paylaşmıyor, yurtsuz düşkünleri kendi evlerine getirmiyor, çıplağı görünce üstünü örtmüyor ve kendi etinden olan diğer insanlar arasında ayırım yapıyorlardı. İşte oruç tutmaları veya kurban kesmeleri, bu belirgin açıkları kapatamadı, kapatamazdı da.

Hangimiz bu ölçüye göre affediliriz? Biz kendi canımızın çektiği şeyi aç olana veriyor muyuz? Kutsal Yasa’nın buyurduğu gibi komşumuzu kendimiz gibi seviyor muyuz? Sokaktaki düşkünleri evimize alıyor muyuz?

Ya da On Emir’in ilki olan, “Tanrın olan Rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle sev” buyruğu… Bunu sürekli yerine getiren var mı?

Tanrı’nın insandan istediği ve ödün vermeyeceği doğruluk, gerçek iç temizlik ve karşılıksız sevgidir. Belirlemiş olduğu doğruluk standartları oldukça yüksek, hatta erişilmezdir. Diğer insanlara çok iyi gibi görünebiliriz, ama kutsal olan Tanrı’ya, “Hepimiz murdar olanlara benzedik, bütün doğru işlerimiz kirli paçavra gibi… ” diye itiraf ediyor peygamber Yeşaya (Yeşaya 64:6).

Bu nedenle Tanrı bütün insanların durumunu Tevrat, Zebur ve İncil kitaplarında hep şöyle değerlendirir:

“Çünkü insan yüreğindeki eğilimler çocukluğundan beri kötüdür.” (Yaratılış 8:21)

Akılsız içinden, “Tanrı yok!” der. İnsanlar bozuldu, iğrençlik aldı yürüdü, iyilik eden yok. RAB göklerden bakar oldu insanlara, akıllı, Tanrı’yı arayan biri var mı diye. Hepsi saptı, tümü yozlaştı, iyilik eden yok, bir kişi bile! ” (Mezmur 14:1–3; 53:1–3)

“Hiç ayrım yoktur. Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceğinden yoksun kaldı.” (Romalılar 3:23)

Bu değerlendirme, hem dindarı hem de “günahkar”ı içerir. Acı sonuç şudur: Her birimiz kendi yolumuza döndük ve günah işledik. Tanrı’nın önünde, bizim sevap dediğimiz şeyler bizi asla aklamaz. Günahlarımız için bizim sunabileceğimiz yeterli bir kefâret yoktur. Peki öyleyse sonumuz ne olacak? Tanrı bizden yerine getiremeyeceğimiz şeyler mi istiyor? Hayır. Kurtuluş bizden değil, Rab’den geliyor.

İşte Benim Seçtigim Kulum,
Canımın Hoşnut Olduğu Sevgili Kulum

Bütün dünya tarihinde tek bir kişi günahsız bir yaşam sürdürmüştür. Tanrı, Kendisini eksiksiz olarak hoşnut edecek olanı bulmak için çok bekledi. Sonunda, İncil’in ifadesiyle, “zaman dolunca” Tanrı Sözü’nü gönderdi. O, her yanı dolaşarak iyilik yapıyor, İblis’in baskısı altında olanların hepsini iyileştiriyordu. Aç olan binlerce insanı doyuruyor, cine tutsak, çıplak olarak dolaşanları özgür kılıyordu. Toplumun reddettiği günahkarlarla zaman geçirmekten çekinmiyordu.

Tanrı’nın bütün isteklerini yerine getiren bu kişi, bütün peygamberlerce vaat edilen, “Mesih” yani seçilmiş, meshedilmiş olan İsa’dır. Tanrı’nın Ruh’unun gücüyle babasız olarak doğdu. Kimliğini mucizeler, harikalar ve belirtilerle kanıtladı ve eşsiz, tümüyle hatasız, günahsız bir yaşam sürdürdü.

Görevine başlarken, İsa çölde kırk gün kırk gece oruç tuttu ve İblis tarafından her bakımdan denendi. Ama bütün dünyayı saptıran o eski yılanı, ikinci Adem olarak yendi. Tanrı’nın Ruhu’nun gücüyle donanmış olarak çölden Celile’ye dönüp görevini şöyle ilan etti:

“Rab’bin Ruhu üzerimdedir.
Çünkü O beni yoksullara Müjde’yi iletmek için meshetti.
Tutsaklara serbest bırakılacaklarını,
Körlere gözlerinin açılacağını duyurmak için,
Ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak
Ve Rab’bin lütuf yılını ilan etmek için
Beni gönderdi.”
(Luka 4:18–19)

İsa Mesih’in gücü ve lütfu sayesinde körler görüyor, kötürümler yürüyor, cüzamlılar iyileşiyor, sağırlar işitiyor ve hatta ölüler diriliyordu.

Ama bütün bu fiziksel iyiliklerin çok ötesinde İsa ruhsal açıdan yoksullara hizmet etmeye gelmişti. Şöyle dedi: Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size rahat veririm. Boyunduruğumu yüklenin, benden öğrenin. Çünkü ben yumuşak huylu, alçakgönüllüyüm. Böylece canlarınız rahata kavuşur. (Matta 11:28–29).

Günahlı insanları temiz kılıp onlara sonsuz yaşam vereceğine söz verdi:

“İsa, ‘Yaşam ekmeği Ben’im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz’ dedi.”

Oysa benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir pınar olacak.

“İsa ona, ‘Diriliş ve yaşam Ben’im’ dedi. ‘Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır. Yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecek.’ ”

”İsa, ‘Yol, gerçek ve yaşam Ben’im’ dedi.”

(Yuhanna 6:35; 4:14; 11:25–26; 14:6)

Peki bu vaatleri nasıl gerçekleştirecekti?

İsa Mesih, her şeyden önce günahsız canını, günahları bağışlatan bir kurban olarak feda etmeye gelmişti. O’nun ölümü dünyanın günahlarını ortadan kaldıracak değerde kefâret niteliğindeydi. Nitekim Mesih bizleri Tanrı’ya ulaştırmak amacıyla, doğru kişi olarak; doğru olmayanların günahları uğruna kurban olarak ilk ve son kez öldü. Bu kefâret Tanrı’nın önceden belirlediği amacı ve önbilgisi uyarınca verildi. İman eden herkesi kendisiyle barıştırmak için yeterli olan tek kurban, Tanrı tarafından kabul edildi. Bunun kanıtı olarak da Tanrı, üçüncü gün Mesih’i ölümden diriltti ve daha sonra O’nu dünyanın Kurtarıcısı olarak Kendi yanında yüceltti.

Eğer orucun esas anlamı kendini denetlemek ve canını alçaltmak ise, Mesih çarmıhında, başka hiç kimsenin yapmadığı bir şekilde, oruç tuttu”. İyi olan her şeyden yoksun kaldı ki biz bu iyiliklere sahip olalım. Orada uğrumuza acı çekerken, Mesih çok susadı. Çünkü aslında bizim hakkettiğimiz cehennem azabına uğradı. Kurtarıcı İsa, çok sevdiği insanları kurtarmak için, sevinci uğruna utancı hiçe sayıp çarmıhtaki ölüme gitti.

Oruç – İman Yoluyla Aklanmak

Yukarıda açıkladığımız gibi, Tanrı’nın isteği uyarınca Mesih’in bir doğruluk eylemi, bütün insanlara yaşam veren aklanmayı sağladı. Doğal insan benliğimizden ötürü güçsüz olan insanın yapamadığını Tanrı yaptı. Aklanmak için yapmamız gereken tek şey, O’na tek Efendimiz olarak iman etmektir.

Önümüzde iki yol var!

Birincisi, kendi iyi işlerimizle veya din yasasının gereklerini yapmakla biriktirdiğimiz sevaplardan dolayı günahlarımızın bağışlanacağı ümidiyle gitmekte olduğumuz yol. Ama bu durum için Tanrı’nın Sözü bizi açıkça uyarıyor, “Yasa’nın gereklerini yapmış olmaya güvenenlerin hepsi lanet altındadır.” (Galatyalılar 3:10, Yasa’nın Tekrarı 27:26). Açıkça görülmektedir ki kimse Yasa’nın gerektirdiklerini yerine getirerek aklanamaz. Çünkü kimse onu tam tamına yerine getiremez.

İkinci yol ise, atamız İbrahim’in (ve aslında kurtulan herkesin) aklandığı yoldur: İMAN YOLU. Kutsal Yazılar’a göre İbrahim, Tanrı’nın Mesih vaadine iman ettiği anda aklandı: “Avram RAB’be iman etti, RAB bunu ona doğruluk saydı.” (Yaratılış 15:6). Bu yola, kendimizi gerçekten günahlı kabul edip tövbe etmekle başlarız. Kendimizi Tanrı katında aklamaya yönelik çabalarımızdan vazgeçmemiz gerekir. Günahlarımıza karşılık olarak oruç tutmak, namaz kılmak, sadaka vermek, kurban kesmek gibi işlemlerle gerçekleştirilen, “kefâretler” yerine; İsa Mesih’in yerimize olan ölümüyle gerçekleştirilen tek bir kefâreti benimsemek gerekir. Tanrı’nın, kendi vaadini yerine getirecek güçte olduğuna tümüyle güvenmek gerekir. İman eden herkes Tanrı tarafından tamamiyle aklanır. Tanrı’nın karşılıksız armağanı olarak sonsuz yaşamı alır. Bu konuda Tanrı’nın vaadi şöyledır:

“Peygamberlerin hepsi O’nunla ilgili tanıklıkta bulunuyorlar. Şöyle ki, O’na inanan herkesin günahları O’nun adıyla bağışlanır.” (Elçilerin İşleri 10:43)

İnsanın yüreğini bilen Tanrı, Kutsal Ruh’u tıpkı bize verdiği gibi onlara da vermekle, onları kabul ettiğini gösterdi.“ (Elçilerin İşleri 15:8)

Son olarak size şunu sormak istiyoruz, bu iki yolun hangisinden gideceksiniz: Dinsel, “iyi işler”le aklanmak yolundan mı, yoksa Mesih’in lütfuna imanla aklanmak yolundan mı? İkisi birden doğru olamaz.

Eğer bu konuda daha çok bilgi edinmek isterseniz, aşağıdaki adrese başvurmanız yeter. Size yardımcı olmaktan mutlu olacağız. Tanrı bize bu kurtuluşu karşılıksız verdi. Bizde Kurtuluş Müjdesini sizlere karşılıksız duyurmakla yükümlüyüz. Çünkü İsa Mesih diyor ki, Gittiğiniz her yerde Göklerin Egemenliği’nin yaklaştığını duyurun. Hastaları iyileştirin, ölüleri diriltin, cüzamlıları temiz kılın, cinleri kovun. Karşılıksız aldınız, karşılıksız verin.(Matta 10:7–8)

Esen Kalın

__________________________________________________________

Referans

Yazar: Lütfi Ekinci