Müslümanların Yanlış Anlamalarını Anlamak


Sevgili ziyaretçimiz, bu makalemizde Müslümanların yanlış anlamaları konusunu bakış açısıyla irdeleyeceğiz. Bizim temel kaynağımız Tanrı sözü olan İncil’dir. Eğer kargo dahil ücretsiz İncil almak isterseniz aşağıdaki linkten formu doldurmanız yeterlidir. Size iyi okumalar diliyoruz.

Talep Formu

Müslümanlar Hristiyanları Neden Yanlış Anlıyorlar?

Toplumumuzda Hristiyanlık hakkında yalan yanlış pek çok bilgi kulaktan kulağa dolaşıp durmaktadır. Bu yanlış anlamaların kaynağı nedir? Anlamaya çalışalım…

İslam, Hristiyanlıktan sonraki bir dindir. İslam peygamberi Muhammet, Musevi-Yahudi ve Hristiyanlarla temas halinde idi. İslamın kutsal kitabı olan Kur’an sık sık Yahudilerin ve Hristiyanların kutsal kitaplarına atıfta bulunur:…

Tanrı’nın Musa, Davut ve İsa aracılığı ile vermiş olduğu, sırası ile Tevrat [Eski Ahit’in ilk beş Kitabı ve baş kısmı], Zebur [Mezmurlar] ve İncil’dir [Müjde, İyi Haber, Tanrı Sözü ya da Yeni Ahit]. Kur’an, Kutsal Kitaplarından ötürü Yahudi ve Hristiyanları “Kitap Ehli” olarak adlandırır. Birçok peygambere ait – İsa Mesih de dahil olmak üzere – Kitabı Mukaddes’teki olaylar ve kişilere ilişkin çeşitli referanslar Kur’an’da yer alır.

Çoğu Müslüman, Kur’an’ı ve İslam’ı daha önceki dinlerin ve onların kutsal kitaplarının bir uzantısı ve tamamlayıcısı olarak görür. Muhammet’in peygamberler dönemini kapattığına ve Kur’an’ın ise Tanrı’nın insana verdiği vahyin doruğunu oluşturduğuna inanırlar. Onların düşüncesine göre, daha önceki peygamberler olsun, kutsal kitaplar olsun, Kur’an ile aynı mesajı verirler. Bununla beraber Müslümanlarla Hristiyanlar İncil’i ve Kur’an’ı okuduklarında her iki toplum da fark eder ki, bu kutsal yazılarda benzer taraflar olmakla birlikte hayati önem taşıyan farklılıklar da vardır. Bu farklılıklar Müslümanlara göre tarihin akışı içerisinde Kitabı Mukaddes’e Yahudilerle Hristiyanların yapmış olduğu eklemeler ve tahrifata dayanır. Müslümanlar bu yenilik ve tahrifatın peygamberlerin Tanrı’dan almış oldukları ilk kutsal kitaplarda bulunmadığını ileri sürerler.

Dahası, bazı Müslümanların iddiasına göre, Yahudiler ve Hristiyanlar kendi mukaddes kayıtlarında yer alan ve Muhammet’e Tanrı’nın son habercisi olarak işaret eden ve Kur’an’ın da Tanrı’nın insanlığa son mesajı olarak önemini vurgulayan bazı bölümlerini yanlış tercüme etmişlerdir.

İncil nedir
Dört Müjde yazarı (Matta, Markos, Luka ve Yuhanna)

Bu iddiaların ışığında bizim burada iki önemli görevimiz var:

1. Müslümanların ekleme, tahrif ya da çeviri hatası olarak gördüğü Yeni Ahit’in bazı öğretilerinin kısa bir özetini vermek,
2. Bu görüşlere katılan Müslümanlara makul bir yanıt önermek.
Başlıkta yer alan “Müslümanların bazı yanlış anlamaları” sözcükleri bir haksızlık sayılır mı? Bizim amacımız Müslümanlara hücum etmek ya da onları incitmek değil. Bizim ileri sürdüğümüz, yalnızca kimi Müslümanların İncil ve İncil’in ana mesajı üzerine önemli bir yanlış bilgiye sahip olduklarıdır. Ve bu yanlış anlamalar her nerede mevcut ise onları gidermeyi Müslümanlara karşı bir yükümlülük olarak görmekteyiz. O nedenle, inanıyoruz ki, bu çalışma, kısalığına karşın, gerek Müslümanların ve gerekse Hristiyanların bakış açılarına göre dürüst ve açıktır. Bu arada, Hristiyanların da İslam ve Müslümanlar hakkında sahip oldukları kimi yanlış değerlendirmelerin de farkına varmaları gerektiğini sanırız eklemeye gerek yok.

Hristiyanlar Birden Fazla Tanrı’ya mı Tapınırlar?

Kur’an’ın sık sık Yahudi ve Hristiyanların tek Tanrı’ya ibadet ettiklerini kabul ettiği bir gerçektir. Keza kimi Müslümanlarca da Yahudi ve Hristiyanların bir tek Tanrı’ya tapındıkları kabul edilir. Bununla birlikte Kur’an yine de Hristiyanların birden fazla Tanrı’ya ibadet eden ya da Tanrı yerine İsa Mesih’e tapınan kişiler olduklarını da ileri sürer.
[Yine andolsun ki, ‘Allah üçün üçüncüsüdür’ diyenler de küfre batmıştır. Kur’an 5:73]
[Allah şunu da söyledi: “Ey Meryem oğlu İsa! Allah’ın yanında beni ve annemi de iki Tanrı olarak kabul edin diye insanlara sen mi söyledin?” Kur’an 5:116]
[Yemin olsunki, “Allah, Meryem oğlu Mesihtir” diyenler küfre batmışlardır. Kur’an 5:17]

Bazı Müslümanların düşüncesine göre, Hristiyanlar üç Tanrı’ya inanmakla veya Tanrıya şirk koşmak suretiyle veyahut Tanrı yerine bir şahıs ya da başka şey koymakla putperest ve çoktanrıcı olmaktalar. Kur’an’a göre, bir şeyi ya da kişiyi Tanrı’ya eş koşmak en büyük ve bağışlanmaz bir günahtır.

Hakikaten, çoğu Müslüman’ın görüşü Hristiyanların üçlüğe değil de üç tanrıya inandıkları ve üç ayrı tanrıya tapındıkları yönündedir.

Tanrı, Meryem ve İsa ya da: Tanrı, İsa ve Kutsal Ruh. 1+1+1=3 yapmaz mı? Hristiyanlar nasıl hesap yapıyorlar da 1+1+1=1 ediyor? Böylelikle Müslümanların gözünde Hristiyanlar İslamın en temel inanışı olan, “Tanrı tektir ve ondan başka Tanrı yoktur” ilkesine ters düşmektedirler.

Dinsel bir tartışma ortamında, daha başından itibaren bir Hristiyan, Müslüman arkadaşını Kutsal Kitap’ın da Tanrı’nın birliğine ve tapınılmaya layık tek Tanrı’nın yalnızca O olduğuna tanıklığı konusunda ikna edecektir. İşte Tevrat ve İncil’den bazı örnekler:
Senin Tanrın olan RAB benim….Önümde başka ilahların olmayacaktır
(Mısırdan Çıkış 20:23).

Tanrı’mız Rab birdir… (Markos 12:29).

İncil’in hiçbir yerinde Tanrı’nın “üçün üçüncüsü” ya da İsa ile Meryem’in Tanrı’nın yanı sıra diğer iki tanrı oldukları ileri sürülmez. İncil’de Hristiyanlarca bir insan olan İsa Mesih’in Tanrılaştığı da savunulmaz. (Bu nokta ikinci kısımda açıklık kazanacaktır).

Yine de bütün Müslümanların üzerinde hemfikir oldukları husus, yaşayan Tanrı’nın 1 sayısından daha büyük olduğudur; ne Müslümanlar ne de Hristiyanlar Tanrı’yı 1 sayısı ile eşitlemekten de, 1 rakamını Tanrı ile bağlantılı düşünmekten de hoşlanmazlar. Müslümanlar şayet Tanrısallığın yanlış bir matematik formülle, yani (1+1+1=3) ifade edildiğinde ısrar ederlerse, (1x1x1)= kaç yapacaktır? Aynen herhangi bir bireyin 1 sayısından fazla olması gibi, Tanrı da 1 sayısından da herhangi bir sayıdan da fazladır. İncil’in sözleriyle:

Sen Tanrı’nın bir olduğuna inanıyorsun, iyi ediyorsun! Cinler bile buna inanıyor ve titriyorlar. (Yakup 2:19)

Cinler, Tanrı’nın bir olduğuna inanırlar. Bu, Tanrıya itaat etmede onlara yardımcı olur mu? Gerçekten, Tanrı’nın hakiki hizmetkarları olmak için Tanrı’nın birliğini ve yalnızca O’nun Tanrı’lığını itiraf etmemiz gerekir. Ama daha da ötesi, Tanrı’nın kim olduğunu anlamalıyız. Büyük bir merhametle bizler için ne yaptığını, bizden beklentisinin ne olduğunu ve O’na hizmet için yapmamız gerekenleri de anlamalıyız. Müslümanlar da Hristiyanlar da bu tek Tanrı’nın kendini tanıtışı ve Onunla kuracakları ilişkinin nasıl olması gerektiği üzerine bilgi edinmelidirler.

üçlü birlik
Üçlü Birlik: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh

Tanrı, Baba mıdır, İsa, Tanrı’nın Oğlu mudur?

Tanrı’nın birliği ile ilgili olarak kabul gören İslam inancı, İslamı Tanrı’nın Baba ve İsa’nın ise Tanrı’nın oğlu olduğunu inkara sevketmektedir…. Kur’an şöyle der:

[Rabbiniz Allah işte budur! O’ndan başka ilah yok. Herşeyin yaratıcısıdır … Kur’an 6:102],

[Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur dediler. Hristiyanlar da Mesih Allah’ın oğludur dediler… Nasıl da yüzgeri çeviriliyorlar! Kur’an 9:30]

[Bir oğul edinmek Allah’a asla yaraşmaz. O’nun şanı yücedir! Kur’an 19:35]

[De ki: “O Allah’tır, Ahad’dır, tektir. Allah’tır, tüm ihtiyaçların, niyetlerin, övgülerin, yakarışların yöneldiği tek kuvvettir / Samed’dir. Ne doğurmuştur O, ne de doğurulmuştur. Hiç kimse O’nun dengi ve benzeri olmamıştır ve olamaz.” Kur’an 112:14]

Çoğu Müslüman, yukarıda ve Kur’an’da yer alan diğer metinlerden Hristiyan inanışındaki Tanrı’nın Baba ve İsa’nın ise oğulluğundan, bunun Tanrı’ya eş koşmak olduğu anlamını çıkarıyorlar. Yoksa, bir kadından başkası nasıl olur da bir çocuk sahibi ve bir baba olabilir?

Hristiyanlar, Tanrının şirk – eş koşma – anlamında oğlu olmadığı üzerine Müslümanlarla tamamiyle aynı görüştedirler. Öte yandan, acaba Tanrı’nın Baba niteliği ile İsa’daki Oğul özelliğinden değişik bir bağlamda söz etmek mümkün olamaz mı? En azından, pek çok Müslüman bu fikirlerin İslam’a bütünüyle de yabancı olmadığını kabul ederler.

Özellikle Tasavvufta olmak üzere, kimi İslam erbabı Tanrı’yı Baba, insanları ise O’nun çocukları olarak nitelerler.
Dahası, genel olarak Müslümanlar bu “Baba ve Oğul olma” olgularının çeşitli şekillerde kullanılmış olduğunun da farkındadırlar: Mahatma Gandhi Hint ulusunun babası olarak adlandırılır. Bir ulusu oluşturan insanların tümü anavatanın çocukları sayılır. Kötülükle dolu birine ‘Şeytanın Oğlu’ da denebilir. Tabii Şeytanın bir de karısının olduğu düşünülmeden! Bir yolcu için Kur’an, yolun oğlu anlamında ‘ibnu’s sabil’ terimini ve göksel Kitap yerine de kitabın anası anlamında olmak üzere ‘ummu’l kitap’ kelimelerini kullanır. Yani Kur’an, bu göksel kitabın bir kopyasıdır.

İncil’de tekrar tekrar Tanrı için “Göksel Baba” sözleri yer alır. Tanrı, ruhsal anlamda bir Babadır. O’nun Babalığı Meryem ya da İsa ile başlamış da değildir. O, sonsuzluk boyunca Göksel Baba’dır. Bu “Göksel Baba” adı, O’nun yarattıklarıyla arasındaki mevcut ilişkiyi belirlemek ya da O’nun bu ilişkinin varlığını istediğini ifade edebilmek için kullanılır. Hal böyle olunca da bu, O’nun tüm diğer harika isimlerinin bir özeti ve temeli olarak ortaya çıkmaktadır.

Benzer şekilde, yine İncil İsa’nın Oğul olmasından da sık sık ve çok özel bir anlamda söz eder:

Sevgili Oğlum budur; O’ndan hoşnudum! (Matta 3:17)
İsa da kendisi için “Tanrı’nın Oğlu” der:

Başkahin O’na yeniden, “Yüce olanın Oğlu Mesih sen misin?” diye sordu. İsa, “Ben’im” dedi (Markos 14:61, 62).

Bu sıfatı Hristiyanlar sonradan uydurmadılar. Aslında onlar, sıradan bir peygamberi, İsa’yı, Tanrı’nın Oğlu haline getirmeye de karar vermediler. Onu yaşayan Tanrı’nın mevkiine yüceltmek ya da Tanrı’nın yanı sıra bir tanrı yapmaya da kalkışmadılar. Ne de, tarihin belirli bir evresinde tüm Hristiyanların İsa yerine “Tanrı’nın Oğlu” diye bir kavramı koyarak, – bu terim bugünkü İncil’de her nerede geçiyor ise – bu yolla Tanrı’nın sözünü çürütmeye karar vermiş değillerdi.

Tanrı’nın Oğlu, Meryem’le birlikte başlamıyor. O, ezelden beri öyle idi. Meryem aracılığı ile başlangıçtan beri Tanrı Oğlu olan, “insan bedeni aldı ve İsa” oldu.

Ancak, İsa’nın bu Oğulluk yanını mantıklı bir biçimde Müslümanlara nasıl iletebiliriz? Belki de Tanrı sözü ile Tanrı arasındaki farkı anlarsak, Oğul sıfatı ile İsa’nın – Tanrı ile bir bütünlük içinde olmak üzere – Baba ile olan ilişkisini de daha rahat anlayabiliriz. Tanrı’nın ve O’nun sözünün ezeli ve ebedi olduğu hususunda Hristiyanlarla Müslümanlar hemfikirdir. Bununla ifade edilen, iki ayrı ebedi olgunun varlığını ileri sürmek değildir. Çünkü Tanrı birdir. Daha da ötede, Müslümanlarla Hristiyanlar ebedi nitelikteki sözünü kendi ölümlü –fani– yaratıklarına açıklayarak, ebediyet ile fani alem arasında Tanrı’nın bir köprü kurduğu konusunda da aynı görüşü paylaşırlar. Ancak, herbirinin kendi anlayışına göre, sonsuz –ebedi– olan ile sonlu – fani – olanın buluşma noktası nerede olacaktır? Tanrı’nın ebedi sözü ile geçici nitelikteki yaratılış arasındaki bağlantı nerede bulunmalı ki, Tanrı’nın ebedi sözü ölümlü insana onun anlayacağı şekilde iletilebilsin?

Müslümanlara göre Tanrı yarattığı dünyaya ebedi sözünü Kur’an aracılığı ile iletmekte. Bu yüzden de çoğu Müslüman tarafından Tanrı’nın ebedi sözü olarak Kur’an kabul edilir. Onlar için ebedi Söz sonsuza değin, hem Tanrı’nın varlığında ve belirli bir yer ve zamana bağlı olarak da Kur’an sayfalarında mevcuttur. Tanrı ile daima birlikte olan Tanrı Sözü bir kitabın sayfalarında yazılmış Arapça sözcüklerde ya da onu ağızdan ağıza yayan kişilerin kalp ve zihinlerinde şekillendi. Böylelikle, Müslümanlara göre hemen hemen ondört yüzyıl önce Muhammet’e bildirilen Arapça Kur’an’da ebedi olan gelip geçici – fani olanla buluşmuş oldu.

Hristiyanlara göre ise, yarattığı dünyaya Tanrı, kendi ebedi Sözünü İsa isimli bir kişi aracılığı ile açıklar. O nedenledir ki, İncil ebedi sözden ya da Tanrı’dan, “Söz vücut buldu” ifadesini kullanarak bahseder. O, insan olan İsa’dır. Hristiyanlar için İsa, Tanrı’nın kendi sonsuzluğunun bu geçici dünyaya belli bir yer ve zamanda açıklanışıdır.

İsa’da Tanrısal, ebedi Söz ile ölümlü olan vücut iç içedir. İsa, Tanrı’nın ebedi Sözü olarak adlandırıldığı gibi, aynı zamanda Tanrı’nın Oğlu olarak da adlandırılır. Ebedi olan Söz ya da Oğul, İnsanoğlu İsa olmadan – hatta Meryem’den de önce – Söz ya da Oğul vardı. Sonsuzluk içinde Tanrı’nın varlığı ile bir bütündü. Tanrı’nın bir eşi olduğu fikri Kur’an’a olduğu kadar İncil’e de yabancıdır. Bu nedenlerle İncil’e göre:

Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrıyla birlikteydi ve söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun aracılığı ile var oldu… Söz, insan olup aramızda yaşadı. Biz de O’nun yüceliğini, Baba’dan gelen lütuf ve gerçekle dolu olan biricik Oğul’un yüceliğini gördük (Yuhanna 1:13-14).

Bu nedenle İsa da Yuhanna 14:9’da şöyle der:
”Beni görmüş olan Baba’yı görmüştür.”

Gerçekten de Müslümanlar olsun, Hristiyanlar olsun, doğru olarak İsa’nın bir insan, Tanrı’nın mesajını alan ve ileten bir hizmetli, bir peygamber olduğunu ısrarla belirtirler. Ancak Hristiyan açıklamasında Tanrı Sözü ve Oğul olarak İsa, aynı zamanda Tanrı mesajını sadece iletmekle yetinen bir peygamber olmanın ötesindedir. O, kendisi Tanrı’nın mesajı ya da Sözüdür!
Müslümanlar için Kur’an da bir kitap olmakla birlikte, Tanrı Sözü de olması nedeniyle kitaptan da öte sayılmaz mı?

Hristiyanlarla Müslümanlar Tanrı’nın ve O’nun Sözünün niteliği ve Tanrı’nın, kendi Sözünü insanlığa bildiriş tarzı üzerindeki görüş farklılıklarını sürdürebilirler. Ancak, yukarıdaki açıklamaların ışığında, Müslümanların bir bölümü farketti ki, İsa’nın Tanrı Sözü ve Oğlu bağlamında Tanrı’yla mevcut ilişkisine dayanan Hristiyan anlayışı ne putperestlikle ilgilidir, ne de matematiksel bir bilinmezliğin ifadesidir. Kur’an’da İsa’nın “Tanrı Sözü” olarak tanımlanmış olması bu güçlüğün aşılmasını kolaylaştırmaz mı?

Hristiyanlar açısından, Tanrı’nın ebedi sözünün İsa’da somutlaşmasının hareket noktası, ruhsal bakımdan hasta durumdaki insanlığa duyduğu sevgidir. Tanrı, yazılı bir mesaj göndermekle yetinmek istemedi. İsa Mesih’in kişiliğinde onları bizzat tedavi edecek kişi olarak kendini sunma yolunu seçti. En Kutsal ve en çok seven olması nedeniyle en yüce olan Tanrı için böyle kişisel bir geliş pek mi aykırı gözüküyor?

İncil’e göre Kutsal Ruh ne bir melektir, ne de yaratılmış bir varlık. Kutsal Ruh, Tanrı’nındır. Tıpkı Tanrı Sözü’nün de Tanrı’nın olması gibi… Kutsal Ruh, peygamberler aracılığı ile Tanrı’nın vaatlerini ve hükümlerini aktarır. Ebedi olan Tanrı Sözü, Kutsal Ruh’un gücü sayesinde bakire Meryem’den doğmak suretiyle insan oldu. Özellikle Pentikost gününden sonra olmak üzere Kutsal Ruh İsa’nın öğrencileri ile birlikte idi. İnsanların kalplerini ve yaşamlarını güçlendirmede Kutsal Ruh, İsa’nın mesajını kullanır; öyle ki, insanlar İblis’e ve kendilerine çalışmaktan Tanrı’ya ve komşularına hizmete dönsünler. İnançlı kişi Kutsal Ruh’un aracılığı ile kendine ya da kendi işlerine değil, kurtarıcısı olan Tanrı’ya güvenir. Kutsal Ruh sayesinde inançlı kişi “Tanrı’nın dostu” İbrahim’e benzer ve Tanrı’ya da O’nun çocuğu gibi, “Baba” diye hitap edecek cesareti kendinde bulur.

Böylelikle Tanrı kendisini Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olarak açıklamış olur. Bu nedenledir ki, Hristiyanlar Tanrısal üçlükten söz ederler. Tanrısal üçlüğü açıklamakla da Tanrı’nın tek bir Tanrı olduğunu ve hiçbir şekilde eşinin olmadığını vurgulamaktadırlar. Bu düşünce esasla asla çelişmemektedir.

Üçlük sözünün İncil’de yer almadığı doğrudur. Yine de Elçilerin İncil’deki yazılarında bu üçlük, Tanrı’nın kendini açıklayışının bir özeti olarak kaydedilmiştir. Kimi Müslümanlarca anlaşıldığı üzere, eğer bu konu yalnızca metafizik bir bilmeceden – ya da sırdan – başka birşey değilse, o zaman Tanrı’nın birliği şeklindeki kesin İslam öğretisinin Tanrı’nın ebedi niteliklerinin karşılıklı ilişkileri ve Tanrı’nın sonsuzluğu ile münasebeti şeklinde ifadelendirilişine ne demeli?

Yine de bütün bunlar, Hristiyanların Tanrı’yı bütünüyle anladıklarını göstermez. Tanrı’yı anlamaktan söz etmek şöyle dursun, bizler kendi kendimizi bile ne kadar anlıyoruz ki?!

Çarmıh
İsa Mesih Roma askerleri tarafından çarmıha gerilmiştir.

İsa Mesih, Çarmıh Üzerinde Ölmedi mi?

Kur’an’ın aşağıdaki ayetlerine dayanarak, Müslümanların hemen hepsi İsa’nın haç üstünde öldüğünü reddederler:
[“Biz, Allahın Resulü Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” diyorlar. Oysa ki, O’nu öldürmediler, O’nu asmadılar da; sadece o onlara benzer gösterildi. O’nun hakkında tartışmaya girenler, O’nunla ilgili olarak tam bir kuşku içindedirler. Onların, O’na ilişkin bir bilgileri yoktur, sadece sanıya uymaktalar. O’nu kesinlikle öldürmediler. Tam aksine, Allah O’nu kendisine yükseltti. Kur’an 4:157,158]

Bu ayetler sadece Yahudilerin İsa’yı çarmıha gerdikleri ve öldürdükleri – pek doğaldır ki, Mesih’lerini öldürmüş oldukları değil – iddiası ile yalnızca çelişmekle kalmıyor, aynı zamanda İsa’nın haçta can verdiği şeklindeki temel Hristiyan inancına da ters düşüyor. İsa’nın ölümüne ve yeniden dirilişine ilişkin Kur’an’da yer alan diğer atıflar ileriye dönüktür. İsa, haç üstünde ölmemiş, yukarı alınmıştır, ölüm ve diriliş uyarınca yeniden gelecektir.

Haç üstünde olup biten neydi? Kimi Müslümanlar Yahudilerin bir başkasını, Tanrı’nın İsa görünümü verdiği birini çarmıha gerdiklerini söylemektedir. Bu kişinin Yahuda İskariyot, Sirene’li Simun ya da bir Romalı olması muhtemeldir. Diğer yorumcular İsa yerine bir başkasının çarmıhta can vermiş olmasını ahlaki yönden makul bulmadıklarından olsa gerek, kararsızdırlar ve konuya değinmekten kaçınırlar. Müslümanların çoğunluğu tarafından iman dışı kabul edilen Ahmediye hareketinin taraftarlarının inancı ise, İsa’nın bir baygınlık geçirip daha sonra ayıldığı yönündedir. Müslümanların şunu da ilave etmeleri mümkündür: Tanrı, kendi sadık peygamberi ve hizmetkarı İsa’nın haçın üzerindeki utanç dolu ölümüne asla izin vermezdi.

İşte bu nedenledir ki, Müslümanlar İsa’nın haç üstünde ölümünü reddederler. İsa’nın Oğulluk niteliği veya Kutsal Üçlüğünün kavranmasında Müslümanların zorlanışını anlayışla karşılanabilir. Bu tür açıklamalar İncil’de kuvvetlice temellendirilmiş olmakla birlikte yine de imana ilişkin konulardır. Ama olayın tanrıbilimini de ilgilendiren önemi de bir yana, İsa’nın haçta ölümü, inançlı olsun olmasın, Müslümanlardan başka herkesçe kabul edilen bir tarih gerçeğidir.

Yeni Ahit’in titizlikle her okunuşu, Mesih’in ölümü ve tekrar dirilişinin İncil’in mesajının çekirdeğini oluşturduğunu ortaya koyar. İncil’in kayıtlarının önemli bir bölümü bu olaylara ayrılmıştır. İsa, kendisi de bu olayları sürekli olarak önceden bildirir. Bu olayların, üstü örtülü şekilde de olsa, Eski Ahit’te yer aldığını O görebilmiştir. O’nun öğretisi de, işleri de bu olaylara işaret eder, gerçekte onlara bağlıdır.

Mesih olarak acı çekmeli, ölmeli ve ölümden dirilmelidir. Bunu anlamada yetersiz kalmaları nedeniyle kendi elçilerini azarlar. Sonraları gerçeği görebilen Petrus, Elçilerin İşleri’nin ilk bölümlerinde belirtildiği üzere, bunları İsa’nın vaizliğinin kalbi olarak ilan eder. Pavlus da İsa ve Petrus’un ardından kendisi için birinci derecede önemli olanı şöyle dile getirir: “…Mesih, günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve üçüncü gün ölümden dirildi” (1. Korintliler 15:3-4).

Aynı şekilde, ilk kilise babalarıyla Hristiyan birliğinin yazı ve kararları da keza aynı şekilde İsa’nın ölümü ve tekrar dirilişi üzerinde odaklanır. Kilisenin kuruluşundan itibaren İsa’nın elçileri, bu olayları anma amacıyla Rab’bin son akşam yemeğini kutladılar.

İslam, İsa’nın kurtulduğunu ileri sürüyor. Ancak, Tanrı’nın egemenliği İsa’nın kaçışı ile korundu ise, diğer kısımlarında Kur’an nasıl olup da Yahudilere vaktiyle öldürdükleri peygamberlerin ve elçilerin hesabını soruyor? [Kur’an 4:155; 5:70] İsa’nın kaçışı bir gerçekse, o zaman kendisi hakkında bizzat öngördüğü kaderden mi kaçmış oluyor? Eğer ölmezse, ancak toprağa düşüp öldüğünde çok ürün veren buğday tanesine nasıl benzeyecek? (Yuhanna 12:24) Bizlere ölüme kadar sevmeyi öğütleyen Mesih, kendisi mi kaçacak ölümden? (Yuhanna 15:13) Meseleye Yeni Ahit’in yaklaşımı ile, İsa’daki ‘islamteslimiyet’, diğer deyişle, yaşamda ve ölümde O’nun Göksel Baba’sına tam bağlılık ve teslimiyeti aslında İslama mükemmel bir örnektir. O, ıstırap ve ölüm kabından Göksel Baba’sının iradesi doğrultusunda içer. O, Tanrı Kuzusu olduğu için İyi Çobandır da…Ve günahlı insanlık için Tanrı’nın fidyesidir.

Kur’an’a göre Tanrı her millete rehberlik mesajı ile peygamberler göndermişti. Rehberlik mesajı öncelikle önemli idi. Çünkü bu Tanrı Sözü idi, peygamber ise yalnızca bir aracı, bir kanaldan ibaretti. Öte yandan, Yeni Ahit’in açıklıkla gösterdiği üzere, İsa Mesih’in bizzat kendisi Tanrı Sözüdür. Tanrı’nın yaşayan mesajı olarak O, insanlığı yalnızca yönlendirmekle yetinmeyip onu kurtarır da. Yeni Ahit’in İsa’nın ölümü ve tekrar dirilişi üzerinde özel bir şekilde yoğunlaşmasının nedeni de budur. Yalnızca bu iki olay İsa’nın dünya üzerindeki yaşamına anlam verir.

Kur’an’da Tanrı kendi merhametinden bahseder [6:12]. Kur’an’da yer alan bu harika ifadenin bir Hristiyan tarafından Yeni Ahit terminolojisine çevrilmesine izin verilseydi, o da bunun üzerine, Kurtarıcı Mesih’in kendisinde mevcut sonsuz merhametiyle, bu dünyada Tanrı’nın ve O’nun İlahi Sözünün bir görünümü olduğunu ileri sürmeyecek mi idi? Çünkü, “Tanrı, bize olan sevgisini şununla kanıtlıyor: Biz daha günahkarken, Mesih bizim için öldü” (Romalılar 5: 8).

Kutsal Ruh - Pentikost
Pentikost Musa'nın Tanrı'dan On Emir'i aldığı günü kutlayan bir bayramdır.

Yahudiler ve Hristiyanlar Kutsal Yazıları Değiştirdiler mi?

Giriş bölümünde işaret ettiğimiz gibi, pek çok Müslümanın fikri, Yahudilerle Hristiyanların Tanrı’nın onlara ilk verdiği şekli ile Kutsal yazılarının artık kalmamış olduğu ya da hatasız kopyalarına da artık sahip bulunmadıkları şeklindedir.
Kutsal Kitap’a bir Müslümanın yaklaşımı genellikle aşağıdaki iddiaların bir ya da bir kaçının toplamı olarak belirmektedir:
1. Kur’an’dan önceki Kutsal Yazılar metin olarak tahrif edilmişlerdir.
2. Kur’an öncesi Kutsal Yazılar, Kur’an tarafından hükümsüz kılınmışlardır.
3. İsa’nın yükselişi esnasında İncil de O’nunla birlikte Cennete alınmıştır.

Müslümanlar çoğu zaman bu tür iddialarını Kur’an ile temellendirdiklerini savunurlar. Kur’an’a bakacak olursak İncil, İsa’ya indirildi. İncil’in ilk dört bölümü en iyileri olmakla birlikte, Hristiyan gelenekleri bakımından güvenilir olmayıp yer yer de çelişkili kayıtlarla doludur. Bir Müslümanın şöyle devam etmesi mümkündür: bu İncil kayıtları İsa’dan Tanrı’nın Oğlu olarak bahseder ama sonradan O’nun haç üzerindeki ölümünden de söz etmesi kayıtların güvenilir olmadığının bir kanıtı sayılmalıdır.

Doğrudur. Kur’an’da İncil’in İsa’ya öğretildiği ifadesi yer alır. Diğer taraftan ise Kur’an Yahudi ve Hristiyanların Kutsal metinlerinin güvenilir olmadığını, Kur’an tarafından hükümsüz kılındığını ya da ilk İncil’in göğe alındığından bahsetmez. Gerçekten de Kur’an, bu yazıların varlığını, elde edilebilirliğini, uyumunu ve evrensel önemini destekler. Kur’an bu Kutsal Yazıları herkesin üstünde tutar ve hatta kendisi de bunları destekler ve teyid eder. Böylelikle Kur’an, Yahudi ve Hristiyanlara seslenir:

[De ki: “Ey Ehli Kitap! Siz, Tevratı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni tam olarak uygulamadıkça… Kur’an 5:68]
Kur’an, İsrailoğullarına hitaben, der ki:

[…beraberinizdekini doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğuma inanın… İnsanlara iyiyi ve güzeli emredip de öz benliklerinizi unutuyor musunuz? Üstelik de Kitap okuyup durmaktasınız! Kur’an 2:4144]

Kur’an, Mukaddes Yazıların Yahudi ve Hristiyanlara ait olduğunu, okunduğunu ve tetkik edilmelerinin gerekliliğini vurgular. Bozulmamış ve hükümsüz hale gelmemiş sözkonusu Kutsal Yazıları Kur’an onayladığını savunur. Eğer bu Yahudi ve Hristiyan kutsal kitapları tahrif edilmiş ise, o zaman Kur’an bu bozulmuş metinleri mi onaylamaktadır?

Aslında, eğer Muhammet kendisi kuşkuya düşerse, Kur’an ona Yahudi ve Hristiyanlarla onların Kutsal Yazılarına başvurmasını öğütler:

[Şayet sen, sana indirdiğimizden kuşkulanmakta isen, senden önce Kitabı okuyanlara sor. Kur’an 10:94]

Dahası, Kur’an Muhammet’e böyle hitap ederken, bu türden Yahudi ve Hristiyan aleyhtarı iddialar ortaya atılabilir mi?

[İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında iken, nasıl oluyor da senin hakemliğine başvuruyorlar? Daha sonra da verilen hükümden yüz çeviriyorlar. Bunlar, inanan kişiler değillerdir! Kur’an 5:43]

[İncil bağlıları, Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsinler. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendisidirler. Kur’an 5:47]

Hiç kuşkusuz, Kur’an’daki bu kanıt Yahudilerle Hristiyanların elindeki Kutsal Kitabın uyumlututarlı olup olmadığı üzerine yukarıda bahsedilen iddiaları ileri sürmekten bir kısım Müslümanları caydırmış oldu. Öte yandan, bu tür iddiaları ileri süren Müslümanlar, kendi tezleriyle çatışma halinde olan Kuran kanıtlarını gözardı edebilirler mi?

Şayet bu Kutsal Yazılar tahrif edilmiş, batıl olmuş ya da hiç var olmamış iseler, nasıl olur da Kur’an Muhammet’in çağdaşı olan Yahudilere ve Hristiyanlara seslenerek, hükümlerini Tevrat’a ve İncil’e göre vermelerini ister? Eğer bu Kutsal Yazılar sahte iseler, Muhammet’in çağdaşı Yahudilerle Hristiyanların bu yazıları okumakta olduklarını Kur’an nasıl söyler? Özet olarak: eğer Müslümanlar Kur’an kanıtlarını temel alarak Kutsal Kitabın uyum ve bütünlüğünü, en azından Muhammet’in dönemine kadar sorgularlarsa, bu tutum onları Kur’an’ın bütünlüğünü sorgulamaya götürmez mi?

Pek çok Müslümana göre gelenek [hadisler] peygamberleri olan Muhammet’in ilham edilmiş söz ve davranışlarının kaydından ibarettir. Hadislerin kabul edilen ve tanınan derlemeleri arasında yeterince kanıt vardır ki, bu sayede Yahudi ve Hristiyanlara ait Kutsal Yazıların tutarlılığını destekleyen Kuran ile bu hadislerin de tam bir uyum ve bütünlük içinde olduklarını göstermek mümkündür.

Hadisler, Muhammet’in ve yakın çevresinin yalnızca sözleriyle yaptıklarını yansıtmakla yetinmeyip aynı zamanda bu hadisleri derleyenlerin zamanına kadar olan sonraki kuşakların fikirlerinden de oluşur. O nedenledir ki, Muhammet’i izleyen son birkaç yüzyılda kimi Müslümanlarca Yahudi ve Hristiyan kutsal kitaplarının tahrif edilmiş olduğu, batıl sayıldığı ya da göğe alındığı iddialarının ortaya atıldığı sonucuna varılabilir.

Bugüne kadar Müslümanlar şöyle düşündüler: madem ki İncil’i alan İsa’dır, o halde, şimdi Hristiyanların elinde bulunan dört İncil’in kayıtları doğru olamaz. Ama geçtiğimiz yüzyıl içerisinde bir bölüm Müslüman tarafından “Barnabas İncil’i” gerçek İncil olarak yüceltildi. Bu arada diğer dört İncil’in ise samimi ve özgün olmadığı üzerine daha önceleri yine Müslümanlarca ileri sürülmüş iddialar ya unutuldu ya da gözardı edildi. Barnabas İncil’inde bilinen bazı İslam tezlerine yer verilmiştir: İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olmadığı, haçta ölenin İsa değil, Yahuda İskariyot olduğu, İsa’nın Muhammet’in geleceğine dair peygamberlikte bulunmuş olması vs. gibi… Bu tür beyanlar, ne yazık ki, bir kısım Müslüman için Barnabas İncili’nin doğruluğunu kabule yeterli görünmektedir.

Barnabas İncil’inin bilinen tek kopyası İtalyanca el yazması şeklinde olup Viyana kütüphanesindedir. Bu metin Laura ve Lonsdale Ragg tarafından İngilizceye çevrilerek düzenlenmiş ve İtalyanca ve İngilizce olarak 1907 tarihinde yayımlanmıştır. O günden sonra da bu çalışma Arapçaya, Urdu diline ve diğer lisanlara çevrilmiştir.

Nereden bakılırsa bakılsın, mevcut tüm kanıtlar Barnabas İncil’inin Avrupa menşeli ve aşağı yukarı ondördüncü asır hatta belki de daha sonrasına ait bir taklit olduğunda birleşir. Yazarı sadece Kutsal Kitap’ın İncil kısmındaki bilgilerden faydalanır. Ve kendi inanışına bağlı olarak da bazı kayıtları ya çıkartır ya da değiştirir. Ancak bundan ayrı olarak, ve diğer coğrafi ve tarihsel yanlışların yanı sıra aşağıda verilen örnek bile bu eserin yazarının sadece İncil ile değil, aynı zamanda Kur’an ile de ters düştüğünü gösterecektir:

Rahip cevap verdi: “….bize doğruyu söylemen için sana yalvarıyorum. Beklediğimiz Tanrı’nın Mesih’i sen misin?” İsa cevap verdi: “Gerçekten ben o değilim, çünkü o, benden önce yaratıldı ve benden sonra gelecektir.” (L.&L.Ragg, Bl:96)
Barnabas İncil’ine göre İsa, Mesih değildir. Bu hüküm hem İncil ile ve hem de Kur’an ile çelişir. Çünkü her iki kitaba göre de Yalnızca İsa, Mesih’tir. Üstelik Barnabas İncil’i, İsa’dan Christ (Mesih) diye bahsetmekle büsbütün karışıklık yaratır. Öyle görünüyor ki, Barnabas “Christ” sözcüğünün İbranicedeki “Mesih”in Grekçe karşılığı olduğundan habersizdi. Neyse ki, Barnabas İncil’ini İncil’in doğru metni olarak kabul edenler Müslümanların hepsi değildir.

Kutsal Kitap’a göre yalnızca bir İncil vardır. İsa Mesih’in İncil’i. İncil, İsa Mesih’in ta kendisidir. Kutsal Kitap’ta dört ayrı İncil olarak yer alan aslında aynı ve tek bir İncil’e ait dört metindir. Böylelikle İsa’nın elçilerinden Matta’nın yazdıkları da gerçekte İsa Mesih’in Matta’ya göre İncil’idir. Kur’an, [5:111]’de Tanrı’nın, havarileri kendisine ve İsa’ya iman etsinler diye ilham ettiğini bildirmesi anlamlı değil midir?

Yazıldıkları dillerde olsun, çeviri olsun, İslamdan çok öncelere ait pek çok sayıda Kutsal Kitap el yazması bu metinlerin korunduğuna ve doğruluğuna ilişkin yığınla kanıtla doludur. En eski dönemlere ait ortak Hristiyan inanınışının da tam ve doğru bir şekilde İsa’nın kişi olarak ve görevi itibariyle İncil’deki temeli yansıttığına hiç kuşku yoktur: İsa Mesih, Tanrı’nın biricik Oğlu, …çarmıha gerildi, öldü ve gömüldü. Üçüncü günde tekrar ölümden dirildi….

Elbette biz Hristiyanlar, orjinal İbranicesi olsun, Grekçe çevirisi olsun, Kutsal Kitap’ın doğruluğu ve savunusu ile ilgilenmemiz gerekir. Ancak Müslüman dostlarla bir “Kitaplar Çatışması” başlatmak gibi bir niyetimiz olmamalıdır. Bizim önerimiz sadece açık yüreklilik ve açık görüşlülükle Müslümanların, Kutsal Kitap’ın verdiği mesajı Kutsal Kitap’ta sunulduğu şekliyle anlamaya gayret etmelerini istemekten ibarettir. Aynen bir Müslümanın da Hristiyanlardan Kur’an’da yazıldığı haliyle, Kur’an’ın mesajını anlamasını önerebileceği gibi.

ölüm
Yaşam Ağacı / İyiyi Kötüyü bilme ağacı arasındaki seçim (Yaratılış 2)

Kutsal Kitap Peygamberlikleri

Kur’an’da yer alan şu pasajlar Kutsal Kitap’ta Muhammet’in gelişine dair öngörüler arama hususunda Müslümanları teşvik edici olmuştur:

[Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılmış bulacakları Ümmi peygambere uyarlar… Kur’an 7:157]

[Meryem Oğlu İsa’nın da şöyle dediğini hatırla:”Ey İsrailoğulları! Ben size Allahın elçisiyim. Benden önce gelen Tevratı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek ve adı yüceltilmiş kişi olan haberciyi müjdelemek için gönderildim. Kur’an 61:6]

Kur’an’daki bu parçalar temel alındığında, Müslümanların Kutsal Kitap’ta Muhammet’in gelişini haber veren bölümler arama arzularını anlayışla karşılamamız gerekir. Bununla birlikte, anlam çıkarmadaki yöntemlerini aynı anlayışla karşılamak pek o kadar kolay değil. Öyle ki, Kutsal Kitap’ı Kur’an’a uydurmaya gayret ederlerken, Kutsal Kitap’ta yer almış ifadeleri gözardı ederlerken, Kur’an sözkonusu olunca uygulamaya asla yanaşmadıkları çeviri yöntemlerini Kutsal Kitap’a tatbik ederken, amaçladıkları sonuca kendilerini ulaştıran her aracı meşru saymaları gibi. Bir kısım Müslüman, tezlerini kanıtlayabilme amacıyla Kutsal Kitap’tan bir hayli metin seçtiler. Öyle görünüyor ki, demeye getirdikleri şu: Tanrı, Hristiyanların kendi Kutsal Kitaplarını tahrif etmelerine göz yummuş, bunu yaparken de Tanrı’nın Oğlu gibi kimi ifadeler sokuşturmuşlar, haçı eklemişler, ama sıra Muhammet ile ilgili kısımlara gelince Tanrı onlara engel olmuş…! Aksi halde Kutsal Kitap’a yönelik tutarsız tavırlarını anlamak güç olacaktır: Onlara göre bugün Hristiyanların elindeki kitap değersizdir; ama güvenilirliğini kaybetmiş olan bu kitap yine de Muhammet’in geleceğini müjdeleyen peygamberlikler içerir!!!
Tezlerini doğrulamak için Müslümanlar Kutsal Kitap’ın özellikle iki kısmına müracaat ederler: Tevrat’tan Tesniye 18:15,18; İncil’den ise Yuhanna 14 ve 16. bölümler. Bu son kısımdan ilgili pasajları ayırır ve bunların Muhammet’e izafe edildiğini söylerler.

Yasanın Tekrarı 18:15,18’de Tanrı İsrailoğullarına Musa aracılığı ile söz verir: İsrailoğullarının kardeşleri arasından Musa gibi bir peygamber çıkaracaktır. Bu nedenle Müslümanlar diyebilirler ki: “Şüphesiz, Muhammet Musa gibidir. Madem ki İsmail, İshak’ın kardeşi idi, ve Muhammet de İsmail’in soyundandır, öyleyse Musa Muhammet’in geleceğini öngörmüş olmalıydı.
Karşılık olarak biz öncelikle kardeşler sözcüğünün son derece doğal olarak, İsrailoğullarına işaret ettiğini belirtelim (Tesniye 17:14; 17:15; 15:12; Levililer 25:46). Keza Kur’an da aynı milletin fertlerinden söz ederken kardeş sözcüğünü kullanır. “Medyan halkına da kardeşleri Şuayb’ı gönderdik (Kur’an 7:85)”

Kardeş sözcüğünden burada Müslümanların çıkardığı anlamın doğru olduğunu varsaysak dahi, İbrahim’in, İshak’ın veya Yakup’un bir başka yakın akrabası dururken neden İsmail seçilsin ki? Örnek olarak, Yakup’un Kardeşi Esav var ve ondan da Edom’un çocukları gelir. Eğer diğer milletler de atalarını İbrahim’e kadar geri götürebiliyorlarsa ve eğer Kuran’ın savunduğu gibi, Tanrı hiçbir milleti peygambersiz bırakmamış ise, neden yalnızca Muhammet olsun? Gerçekte İsmail, bir adı da İsrail olan ve bu isim nedeniyle onun ulusuna da İsrailoğulları denilmiş olan Yakup’un kardeşi değil, amcası idi.
Daha da önemlisi, bazı Müslümanlar gibi Muhammet ile Musa’yı, her ikisinin de evlenip çoluk çocuk sahibi olmalarına ya da kılıç kullanma becerilerine bakıp benzer addetmek bile yeterince ikna edici olmaktan hayli uzaktır. Bütün bunlar hemen her peygamber için, hatta sahte bir peygamber için de söylenebilir. İslam geleneği uyarınca yeryüzüne dönüp evlenecek ve çocuk sahibi olacak ve elinde de bir kılıç tutacak olan İsa için bile…

Müslüman çevirmenler Tesniye ve Yuhanna’daki kayıtları doğrulayan Kutsal Kitap gerçeklerine pek önem vermezler. İsa der ki: “Eğer Musa’ya iman ettiyseniz bana da iman etmelisiniz, çünkü O, benim hakkımda yazmıştı” (Yuhanna 5:46). Elçilerin İşleri 3:17-26 ve 7:37 ayetleri Tesniye’deki ayetlerin İsa’nın kişiliğinde doğrulanışı olarak anlaşılır. Benzer şekilde, Elçilerin İşleri 2.bölümde Pentikost günü Kutsal Ruh’un gelişi de İsa’nın konuya ilişkin peygamberliklerinin doğrulanışı olarak değerlendirilir.

Yuhanna’da “huzur verici, teselli edici, danışman” kelimelerin yazılmış olduğu orijinal Grekçe metindeki karşılığı ‘parakletos’tur. Grekçe metni tercüme ederken bazı İngilizler bu Grekçe sözü ‘paraclete’ olarak aynen korudular: buna karşın, kimi Müslümanlar asıl kelimenin parakletos olmayıp daha ender kullanılan ve Arapça’ya da yaklaşık olarak ‘ahmed’ veyahut ‘mahmud’ olarak çevrilen “periklutos” olması gerektiğini ve anlamının da yüceltilmiş kişi olup, orjinal Grekçe metinde bunun yer aldığında ısrar ettiler. Yeni Ahit’te Müslümanların bu iddialarını teyid eden hiçbir kanıt mevcut değildir.

Müslümanların bir kesiminin dediği gibi, Parakletos (huzur verici, teselli edici, danışman, vekil kişi) eğer Muhammet ise, o zaman Yuhanna’nın yazılarında parakletos hakkında söz ederken işaret edilen Gerçeğin Ruhu (14:17) da Muhammet mi oluyor? İsa’nın adında ‘Baba’nın göndereceği Kutsal Ruh? (14:26), İsa’nın Elçilerine göndereceği Kutsal Ruh?! (15:26)
İncil’in Yuhanna bölümünde hiçbir kayıt yoktur ki, İsa’nın Elçileri O’nun bu sözlerinin doğrulanışını görebilmeleri için neredeyse beşyüz sene beklemelerinin gerekeceğini ima etsin. Ama diyelim ki, böylesi geniş bir zaman aralığını da kabul ettik; bütün bu öngörüler bir başkasını değil de Muhammet’i görtermiş olsun, Ahmediye hareketi üyelerince benimsendiği üzere kurucuları addolunan Mirza Gulam Ahmed’i neden işaret etmesin?

Buradaki amacımız Kur’an’ın 61:6 ayetinin çevirisine girişmek olmamakla birlikte, şu kadarı söylenebilir ki, yüceltilmiş, çok yüce kişi anlamına gelen ahmed sözcüğünün mutlaka bir cins isim ya da belirli bir bireyin ismi olarak anlaşılması gerekmez. Hamid sözcüğünün bir benzeri olarak herhangi birini tanımlamada da kullanılabilir.

İsa Mesih’in Mesajı Yalnızca İsrailoğulları İçin Midir?

Pek çok Müslüman orijinal İncil’in Hristiyanlar tarafından değiştirilmiş olduğunu öne sürerler. Bununla birlikte, bir kısım Müslüman, İsa’nın mesajının sadece İsrailoğullarına yönelik olduğu tezlerine kanıt olarak yine İncil’den aşağıdaki alıntıyı rahatlıkla destek olarak kullanırlar:
İsa, “Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim” diye cevap verdi (Matta 15:24).

Tahmin edilebileceği gibi bu pasajı ileri sürerken Müslümanların amacı Muhammet’in ve Kur’an’ın mesajının evrenselliği yanında, İsa ve İncil’in mesajınınsa İsrailoğulları ile sınırlı kaldığını göstermektir.
Hristiyanlar, İsa’nın yeryüzünde bulunduğu sıradaki görevinin İsrailoğullarına yönelik ve sınırlı bir görev olduğu şeklindeki İslami görüşe hiç itirazsız memnuniyetle katılırlar. Ancak gerek İncil ve gerekse Kur’an’da sözü edilen İsa’nın evrensel misyonu için ne demeli?

İsa yine halka seslenip, şöyle dedi: “Ben dünyanın ışığıyım!”
(Yuhanna 8:12).

[…O, sana Kitabı önündekileri tasdikleyici olarak, Hak bir yoldan indirdi. Önceden de Tevrat ve İncil’i de insanlığa bir rehber olarak indirmişti.Kur’an 3:3,4]

[Dedi: İşte böyle! Rabbin buyurdu ki, O benim için çok kolaydır. Böyle olması O’nu (İsa) insanlara bir mucize ve Bizden bir rahmet yapmamız içindir.

Kur’an 19:21]

Ya İsa’nın Havarilerine söylediği şu sözler?

“Yeryüzünün tuzu sizsiniz.”
“Dünyanın ışığı sizsiniz” (Matta 5:13,14).

Rabbin hizmetkarı ve O’nun evrensel görevi üzerine Eski Ahit’te yer alan ve Yeni Ahit’te İsa ile doğrulandığı görünen şu pasajlar hakkında ne denilebilir?

“İşte onayladığım hizmetçim.”
“ruhumun hoşnut olduğu. Benim seçtiğim”,
“Ruhumu O’nun üstüne gönderdim.”
“Milletlere adaletle hükmetsin diye” (Yeşaya 42:1; Matta 12:15-21).

Kur’an’ı desteklemek için Yeni Ahit’ten yalnızca İsa’nın sınırlı görevine değinen parçaları özenle seçen Müslümanlar sadece Kutsal Kitap’a değil aynı zamanda Kur’an’a da haksızlık etmiş olmuyorlar mı?

Dahası, İsa ve İncil’in ulusal sınırlamaları üzerine Kutsal Kitap’tan ya da Kur’an’dan alıntılar yaparken mademki Müslümanlar seçici olmaktan haz duyuyorlar, öyle ise aynı seçici, ayırıcı prensibi Muhammet’in ve Kur’an’ın da sınırlılığından söz edilen ayetlerine neden uygulamıyorlar? Örneğin; Kuran’ın Araplar için arapça olduğu (43:3) ve neden Kur’an’dan [O, bir hatırlatmadan başka birşey değildir 12:104] diyen pasajını görmezlikten geliyorlar? Ya da Muhammet için: “O, sadece bir uyarıcı idi” diyen bir paragrafı tercih etmiyorlar? [38:66] Ya da ondan [peygamberler dönemini mühürleyen bir mesajcı idi yalnızca 33:40] diye bahseden kısımları geçiştiriyorlar? Matta 15:24 deki “yalnızca” mutlak bir ifade sayılırken, aynı “yalnızca” sözcüğü Kur’an’da kullanılınca niye göreli bir anlama gelsin ki? Yani, İncil gerçekten kendi kendisi ile çelişiyor da Kur’an yalnızca görünürde mi kendi kendisi ile çelişiyor? Kendilerini Hristiyan olarak kabul eden bir sürü insan sırf İsrailoğullarından değil diye gerçekte Hristiyan sayılmayacak mı? Hatta onlardan biri de Muhammet’in eşi Hatice’nin kuzeni olan Waraka idi. Muhammet ile ilişki içerisinde olan Hristiyan Araplardandı. Her koşulda İsa’nın misyonunun evrenselliği üzerine Kur’an’daki her kanıt, Kuran’a gerçeğin tek ölçütü olarak bakan her Müslüman için varlığını sürdürecektir.

Hakikaten de Yeni Ahit’te İsa’nın görevinin hem sınırlılığı ve hem de evrenselliği anlatılır. Problem, eğer ortada böyle bir sorun varsa, yine Yeni Ahit’in kendisi tarafından çözülür. Yeryüzünde bulunduğu sürece gerek kendinin ve gerekse elçilerinin işlerini İsrailoğullarıyla sınırlı tutmuştur. Hatta diğer uluslara bile sadece havarilerine bir ders verme amacı ile yardım etti (Matta 8:10). Göğe alınışı sırasında ise, havarilerine şu emri verdi: “Bütün Ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin!” (Matta 28:19, 20).

Elçilerin İşleri bölümü İsa’nın ilk takipçilerinin bu emri yerine getirmeye nasıl giriştiklerini anlatır. Bu elçileri izleyerek Pavlus, meseleyi şöylece özetler:
Ben Müjdeden utanmıyorum. Bu, önce Yahudilerin, sonra da Yahudi olmayanların olmak üzere, iman eden herkesin kurtuluşu için Tanrı’nın gücüdür (Romalılar 1:16).

Son Söz

Kur’an’da yer alan aşağıdaki pasaj, Kutsal Yazılar ile ilgili olmak üzere Yahudi ve Hristiyanlara karşı bir tavır sergiler (Bu pasaj, sözkonusu Kutsal Yazıların kalıcı bir tarzda bozulmaya başladığını ima etmez.)
[Ey Ehli Kitap! Neden Hakkı batılla kirletiyorsunuz ve bilip durduğunuz halde gerçeği gizliyorsunuz? Kur’an 3:71]

Kaynağına ne kadar itibar ederse etsin bir Yahudi ya da Hristiyanın bu uyarıya kulak vermesi iyi olur. Ancak bu ihtarın sadece Yahudilerle Hristiyanlara uygulanması, yalnızca onların kutsal kitaplarına atıfta bulunulması ve sadece onların ilk yazıldıkları zamanla sınırlı tutulması acaba geçerli midir? Yoksa, bu uyarının bu boyutların ötesinde de geçerli olabileceği bir uygulama alanı mevcut mudur?

Geçmişe yönelik olduğu kadar, şimdiyi de içeren, Yahudi ve Hristiyan kutsal kitapları kadar Kur’an’a da işaret eden, Müslümanları da aynen Yahudi ve Hristiyanlar kadar kasteden bir taraf olamaz mı?

Her toplum, özellikle de kendi imanının savunusunun coşkusu içinde bile tövbe ve pişmanlığa olan ihtiyacını hissedebileceği gibi, Tanrı’nın merhameti adına en az kendi inancı kadar diğerlerinin inançlarını da daha derinliğine anlama gereğini hissetmelidir.

Esen Kalın