Uyuşturucu, Depresyon ve İntihar
Sevgili ziyaretçimiz, bu makalemizde “Uyuşturucu, Depresyon ve İntihar” kavramlarını Hristiyan bakış açısıyla irdeleyeceğiz. Bizim temel kaynağımız Tanrı sözü olan İncil’dir. Eğer kargo dahil ücretsiz İncil almak isterseniz aşağıdaki linkten formu doldurmanız yeterlidir. Size iyi okumalar diliyoruz.
İntihar
Bazı insanlar, fırsatları başarılı bir şekilde kavrayarak yaşam yolunda yürürler. Bizim gibiler ise yaşam yolculuğunda tökezler durur, dengesiz ilişkiler, beklenmedik olaylar ve bağımlılıklar yüzünden acı içinde emekler.
Örneğin, ben ilk romantik gecemi, köküne kadar sarhoş olunmuş bir adamın kollarında geçirme hatasını yaptım. Tek hatırladığım, sızmış durumda yatarken, bir adamın beni omuzlarımdan sallayıp, ”evine gitme vakti” diye bana seslenmesiydi. Bir başka gece bara sahte kimlikle girmeye çalıştığım için bodyguard ile tartışmıştım; üç kız arkadaşımla beraber beş şişe tekilanın dibini gördüğüm geceden sonra, seyrettiğimiz filmden bir şey anlamamaya başlamıştım. Yanımızdaki kızların birisi güya içmeyecek ve bizim de sarhoş olmamızı engelliyecekti. Ancak en son tuvalete gittiğimde, yere düşmüştüm ve ayağa kalkamaz durumdaydım. Tina birisini aradı ve sonraki üç gün boyunca boş bira kolilerinin üzerinde tanımadığım kişilerle beraber oldum.

Bu ve daha kötü olaylar başıma gelmeye devam ediyordu. Birçok erkek benim ismimi duymuştu ve bazı gecelerin sabahında yaşananları kimse anmak istemiyordu. Ben zaten hiçbir şey hatırlamayacak kadar uyuşmuş ve kendimden geçmiş halde oluyordum. Ancak içimdeki boşluk, büyüyen salgın hastalık gibi yayılıyordu. Yaşadığım geceler bana artık özgürlük, bireylik ve önemli olma duygusunu veremiyordu. Gerçekte, ben aksini hissediyordum. Birisinin beni seçip beni uyuşturmasına karşı duyduğum bağımlılık, olabilecek en büyük tuzaktı.
Colorado Yolculuğu
Yeni bir hayata başlama amacıyla, erkek arkadaşım Rich ile beraber Colorado’ya taşındık. Yol boyunca düğünümüzle ilgili planlar yaptık. Ben gerçekten bu adamın beni önemsediğini düşündüm. Beraber geçirdiğimiz son altı ay boyunca halusinasyonlar gördüren haplara sarmıştık. Küçük bir ev kiralayarak hayata başladık. Rich’le aramızdaki tek sorun, marihuana içmek için hangi odanın seçilecek olmasıydı. Ben ona bodrum katını söyledim, çünkü kanunla bir sorun yaşamak istemedim. Richard bana şöyle bir söz vermişti: eğer ben çalışıp ona üniversite okutursam, o da mezun olduktan sonra benim için aynısını yapacaktı. Bir yandan da ondan kopamıyordum, çünkü benim uyuşturucu bağlantılarım yoktu, ancak Rich’in vardı. Eğer Richard bana uyuşturucu sağlayamazsa, en fazla üç ay sonra hayatla olan bağlarım kesiliyordu. Beni yaşamın karanlık yüzüyle tanıştırmıştı ve ne yazık ki ben olan biteni kavrayamayacak kadar cahildim. İlaçlar yüzünden devamlı halüsinasyonlar görüyor, gerçek ile hayali birbirinden ayırt edemiyordum; bu görüntüler içindeki boşluğu maskeliyordu.
Ancak zaman geçtikçe benim aktif hayal gücüm, içimdeki boşluğu tekrar yaratmaya başladı. Bir akşam onun annesinin evinin sundurmasında otururken, birden kendimi çok yalnız hissettim. Sokaklar kapkaranlıktı, içerde Richard vardı ama dışarıda kimse yoktu. Evlerin çatılarından ve karanlık sokaklardan yavaş yavaş sürünen, yaklaştıkça da kahkahaları yükseler uzun pençeli yaratıklar görmeye başladım. Kötü ruhlar ve şeytanlar komşu evlerinin etrafında dans etmeye başlamıştı. Beni fark etmemeleri için çıt çıkarmamaya çalışıyordum, kas katı kesilmiştim. Nefesimi tutmuş titrerken Richard geldi.
Caddedeki yaratıkların onu görmediğini umarak sokağa baktım. Yaratıklar gecenin karanlığında yavaş yavaş kayboldu. Richard benim dikkatimi kendi üzerinde topladı ve sohbete başladık. Uyuşturucu yüzünden bacaklarım çöp gibi kalmıştı, hatta bacaklarımın üst kısımları birbirlerine dokunmuyordu; umutsuzca kendimi teselli etmeyi denedim. Kendi kendime güzel olduğumu ve güzel bir hayat yaşadığımı telkin etmeye çalıştım. Uyuşturucu uğruna sıska olmaya razıydım, hem bazı erkekler sıska kızları beğenirdi. Ancak bu ve bunun gibi mazeretler, içimi kemiren bütün soruları cevaplayamıyordu. Ya uyuşturucu aldığım zaman gördüğüm halusinasyonlar durmazsa? Ya gelecek sefer, o yaratıklar uzaklaşmazsa? Ya bana saldırırlarda? Eğer aklımdaki düşünceleri Richard’a açsaydım, o da benden uyuşturucuyu uzak tutabilirdi. Benim için uyuşturucunun ağır olduğunu ortaya atıp beni hapsız bırakabilirdi. Kötü halüsinasyonlar gördüğüm anlarda, içime atmayı ve bu sorunla yalnız kalmayı tercih ettim.
Ertesi sabah, normalden erken uyandırdım ve tavana dik dik bakmaya koyuldum. Uzun zamandır ilk defa uyuşturucusuz bir andı bu benim için, kafam karman çorman değildi ve düşünebiliyordum. Normalde geceleri uyuşturucu alır ve filmlerde görülecek çılgınlıkları yapıp gündüz uyurdum; ancak dün gece ilaç almamıştım. O sabah gözlerimi açana kadar yaşamıyor olduğumu kendi kendime itiraf ettim. Richard’ı uyandırdım ve daha fazla bu şekilde yaşamayı istemediğimi, fakülteye gideceğimi söyledim.
Richard şaşırmıştı, beni hiç böyle kendimde ve emin görmemişti, onun beni ikna çabalarının hepsinden kurtuldum. Arkadaşlarımı aradım ve herkesle vedalaşmaya başladım. Richard’ın ailesi ise benim çok kötü bir insan olduğumu, oğullarının benim için yaptıklarından sonra gitmemin çok kaba olduğunu düşünüyorlardı. Beni düşüncesizlikle suçladılar.
Yeni Bir Başlangıç
Washington State üniversitesine kayıt oldum. Soğuk, beton duvarlı yurt odamı asla unutamam; benim için o oda, hücre 823’dü. Fakülte gerçekten benim yaşamımı değiştirecek miydi? Ben değiştireceğini düşündüm, ancak açıkçası nefret ettiğim odadan daha da boştum, boş ve soğuk.
Bunalım içime yerleşmeye başladı ve kendimi intiharın saçağında buldum. Bazen sigaramın dumanını bile kıskanırdım; çünkü o duman bile benden daha özgürdü. Sekizinci kattaki odamın penceresinden bağımsız bir şekilde yükseliyordu. Bazen son bir umutla deri çantamı karıştırır, acaba içinde bir yerlere sıkışmış uyuşturucu var mı diye umutlanırdım. Son bir uçuş için kıvranırdım. Sabah gelmeden önce son kez mutlu olmak isterdim. Yalvaran gözlerle çantamı karıştırıyor, ancak hiçbir şey bulamıyordum.
Beni buhran dönemimden uyandıran şey, bir hafta sonunda odaya taşınan oda arkadaşım oldu. Çok tatlı bir kızdı; enerjik ve insanlarla tanışmaya hevesli birisiydi. Onun bu karakteri içimdeki üzüntümü bir az olsun bana unutturdu. Okulun ilk haftası kendimizi boş bira kutuları içinde bulduk, bira kutuları boşaldıkça ben içimdeki boşluğunda yok olacağını düşünmeye başladım. Ancak her partinin sonunda boş bira kutuları içinde uyanmak beni sıkmaya başlamıştı ve bir partide Bobbie’ye makasın var mı diye sordum. O kafayla tüm saçlarımı kesmiştim. Sabah uyandığımda tüm saçlarım gitmişti. Bazıları sabah pişman olacak derken bazıları da bana hayranlıkla bakıyorlardı. Ben ise kendimi zafer kazanmış gibi hissediyordum.
Kendini Kaybetmek
İki ay sonra, benim küstah ve kendini beğenmiş halim sönmüştü. Eğer birisi beni ziyaret etmeye gelseydi, beni her zamanki kıyafetimle görecekti, siyah tayt pantolonum. Zayıf olan bacaklarım bu taytla daha da ince gözükmekteydi. Eskiden gurur duyduğum zayıflığım artık benim bir zaafımdı. Bacaklarımın inceliği yüzünden merdivenleri çıkamaz olmuştum; eskiden futbol oynardım, bisiklete binerdim ama artık bacaklarım benim için faydasızdı. Ayaklarım bile sıskacıktı. Halı üzerinde çıplak ayakla yürümek bana acı vermeye başlamıştı. Ayaklarımın kemikleri, sert zemini tamamen hissediyordu. Sonunda, tuvalete gitmek bile bana zor gelmeye başlamıştı. Bir zamanlar dimdik olan göğüslerim artık boş torba gibi sarkıyor, eskiden parıldayan gözlerim artık neşesizce ve boş boş bakıyordu. Ses tonum çok ağır ve ciddiydi, ağzıma en çok yakışan şey, sigaraydı. Dudağımdaki piercing, o kadar ağır gelmeye başlamıştı ki, dudaklarım sarkıyordu. Burnumdaki piercingde çok farklı değildi.
Yurt odamın penceresinden dışarı baktığımda gördüğüm tek şey, güzel bir hayata yürüyen ve imkanları kucaklayan gençlerdi. Onlar hayatın bu yoluna adım atarken, ben odamın penceresinden onları seyredip, sigaramın dumanını izliyordum.
Benim olmak istediğim şey bu muydu? Bütün kuvvetim nereye gitmişti? Eskiden ben çok güçlü birisiydim. Ama artık omuzlarım düşmüş ve bakışlarım anlamsızlaşmıştı. Gecelerim rüyasızdı ve artık çalar saatimi kurmuyordum. Akşam yemek yiyebilmek için para hesabı yapmıyordum, kirli kıyafetlerimi yıkamak benim için gereksiz bir işe dönüşmüştü. Odadaki tek enerji kaynağım ise üniversitenin verdiği buzdolabındaki küflü pizzaydı.
Sigaramı sekizinci kattaki pencereden aşağıya attım. Rüyada gibi aşağıya düşen sigarayı izledim. Tüneğime döndüm, yatağıma oturdum. Boşluğumu, yazabildiklerimle yok edebilmek için günlüğümü karalamaya başladım.
Amaçsız yazılar
anlamsız kelimeler,
Hükümsüz yaratıcılık
Huzursuzluk
Endişe
Solmak
Açlık
Tükenmek
İşkence çekmek
Sersemlemek
Karmaşıklık
Bilinçsizlik
Körlük
Günlüğümü bir kenara itip yastığıma gömüldüm, kafamdaki fikirleri unutmaya çalıştım. Artık yeni fikirleri ortaya atmayı bırakın, içimdeki boşluk büyüyordu. Bu ne kadar daha sürebilirdi?
Dış Yardım
Diğer insanlarla olan iletişimim, aile veya arkadaşlarımdan gelen mektuplarla kısıtlıydı. Benim en favori mektubum, Rodney M. isimli bir vaizden geliyordu. Bu kişiye saygım sonsuzdu çünkü o, yaptığına inanıyordu. Ben küçükken bu vaiz üvey kız kardeşinin bebeğinin bakımını almıştı, ona sonsuz sevgisini sunmuştu. Anne babamı ziyarete geldiği her an, Tanrı’nın sevecenliğinden, iyiliğinden ve sevgisinden konuşurdu. O konuşurken, bende onun huzurlu yüz ifadesine saklı olan esenliğe gömülürdüm.
Rodney’i uzun zamandır görmemiştim. Mektubunda benim nasıl olduğumu sormuştu. Aynı zamanda benim okuduğum üniversitede (WSU) tanıştığı eşinden bahsediyordu. Eğer bu taraflara gelirse beni görmek istediğini belirtmişti. Mektubun çok heyecanlı bir tonu vardı. WSU ve onun sahip olduğu potansiyel hakkında çok ateşli ve heyecanlı konuşuyordu.
Ben mektubuna verdiğim cevapta ise ona WSU’nun artık çok heyecan verici bir yer olmadığını belirttim. Bana Tanrı hakkında da konuşmuştu, bende ona; Tanrı’nın bana önem vermediğini, hayatimin berbat olduğunu, derslerimden kaldığımı, oda arkadaşımın sevgilimi benden çaldığını yazdım.
Vaize, Tanrı’nın Oğlu İsa Mesih’in beni bıraktığını ve artık karanlıkta yalnız olduğumu söyledim. Ancak mektubu yazarken İsa’nın ismini bir türlü doğru olarak yazamıyordum. İngilizce olarak değişik şekillerde yazdım, J u s e ş J e u s u ş J e s e s. Hayır. Hiçbirisi değildi. Benim ailem Hıristiyan’dı, küçükken ilahi bile ezberlemiştim. Hatta Kutsal Kitap’ın söylediği gibi, İsa’nın beni sevdiğini de biliyordum. Ama ismini bi türlü yazıyordum.
Sonunda, oda arkadaşıma sordum ve o bana doğrusun hatırlattı: J E S U S. Korkunçtu. O yazabiliyordu ama ben yazamıyordum. Hayatımı mahvettiğini öne sürdüğüm kişinin ismini bilmiyordum bile. Moralim bozuldu ve mektubu hemen gönderdim.
O mektubu yazdıktan sonra kafamdaki karmaşıklık azda olsa dinmişti. Kendi üzüntüm ve yaşamım için sorumlu olmadıkları halde, acaba daha kaç kişiyi suçlamıştım? Ya mutsuzluğumun sebebi ben isem? Daha önce bu olaya hiç böyle bakmamıştım. Yanlış insanları suçlayıp, yanlış kişileri mi izlemiştim? Onların da düşmesini bekleyip kendimi haklımı çıkarmaya mı çalışmıştım? Onlara bakıp, “ya gördün mü” demeyi mi bekliyordum? Eğer başkalarını suçlayamazsam, hatta ismini bile yazmayı beceremediğim Tanrı’yı suçlayamazsam, geriye kim kalırdı ki? Ben?
Sessizlik. Bir plana ihtiyaç duydum. Bildiğim bütün kaynakları tüketmiştim. Üniversiteyi bıraktım. Zaten ilk dönem başarısız olmuştum. Dönem Aralık’ta bitecekti ama ben okulu Kasım’da bıraktım.
Bir Başka Yeni Yaşam
Lisedeyken çalıştığım bakımevinde yeniden çalışmaya başlamıştım. Benim konumum, hemşire asistanı olmaya yeterliydi. Yeni işim bana insanlarla iletişim kurmam için bir olanak sundu. Bakımevindeki yaşlılar hem benim için bir tehdit değildi hem de aynen benim kadar sevgiye açtı. Arada bir uyum oluşmuştu.
Böyle bir işi yapıyorsanız, hastalarınız arasında seçim yapmamanız gerekir, ancak tüm hemşirelerin kendi favorileri vardı. Bende duygusal olarak Helen ismindeki bir teyzeye bağlanmadan edemedim. Kendisi alzheimer hastalığına yakalanmıştı. Hastalığının son aşamalarına geldiğinde Helen konuşamıyor, yemek yiyemiyor ve hareket edemiyordu. Ben de kendimce Tanrı’yla bir antlaşma yaptım.
Herhangi bir vaiz size bunu yapmamanız gerektiğini söyleyecektir. Tanrı ile anlaşma yapmak iyi bir şey olmasa da, ben yaptım. Eğer Helen acı çekmeden kısa sürede ölürse, bende tekrar Tanrı’yı izlemeye başlayacaktım.
İki hafta sonra başka bir hemşire arkadaşım bana gelip Helen’in öldüğünü söyledi.
Bu kadar çabuk mu? Sigaramı söndürüp odasına gittim, ancak odasına girdiğimde yüzünde bir gülümseme ile ölmüş olan Helen’i görünce şaşkınlığım geçti. Yıllar boyunca sürecek acılardan kurtulmuş ve bir anda aramızdan ayrılmıştı. O an aklıma Tanrı ile yaptığım anlaşma geldi.
Benim Heather isminde iyi bir arkadaşım vardı. O da hemşireydi, aynı zamanda o da hayatını, “neden” soruları ile doldurmuş ve cevap bulamamıştı. Çarşamba akşamı kilisede bir toplantı olacağını biliyordum. Heather’dan benimle gelmesini istedim çünkü, “Tanrı” konusunu tek başıma ele almak istemedim. Can atarak kabul etti.
Kilisenin lideri sıradan bir insandı. Tanrı hakkında heyecan duyuyordu ve herkesle O’nun hakkında konuşmak istiyordu.
Vaazı basitti. Tanrı’nın bizi ne kadar çok sevdiğini ve bizimle kişisel bir ilişkiye sahip olmayı arzuladığını söyledi. Bizim O’nun sevgisini kazanmak için Tanrı’ya verebileceğimiz hiçbir şeyimiz olmadığını bize hatırlattı. Bu benim için yeni bir haber değildi, çünkü zaten benim Tanrı’ya vereceğim iyi bir işim yoktu. Ancak Tanrı’nın sevgisi bir kere benim kalbime kanca atmıştı ve ne yaparsam yapayım o kancadan kurtulamıyordum. Joe, Tanrı’nın Oğlu İsa Mesih sayesinde bağışlanabileceğimizi anlattı. İsa Mesih, çarmıhta bizim için canını vermiş olan Tanrı’nın beden almış haliydi; bunu biz O’nunla sonsuz hayatı yaşayabilelim diye yapmıştı.
Joe akşamı basit bir duayla kapattı, “Dua ederken Tanrı’ya herhangi bir vaatte bulunmayın, sadece kalplerinizi O’na açın ve ‘Tanrım ben buradayım’ deyin” dedi. Ben de bunu kabul ettim. Zaten Tanrı’ya teklif edebileceğim hiçbir şeyim yoktu. Benim kırık bir kalbim vardı, akademik kariyerim yoktu. Sevgilim yoktu, ancak yaşlı arkadaşlarım vardı. Ben hasar görmüş üründüm, ancak Tanrı’nın bu durumdaki, ”ben” ile ne yapacağını merak ediyordum. Basit bir dua ettim: “Tanrım ben buradayım, benimle ne istersen onu yap.” Bir başka antlaşma yapma konusunda hevesliydim. Bir sıcaklığın ve ışığın yüreğime dolduğunu hissettim. Kendimi daha güçlü hissetmeye başladım, gözlerimi açtığımda odanın aydınlandığını gördüm.
Gözlerimizi açmadan önce dua edenlerin ellerini havaya kaldırmaları istendi. Gözlerimi çaktırmadan açtım ve Heather’e baktım; ikimizde ellerimizi kaldırmıştık. Kendimi esenlik dolu, coşku dolu hissettim ve Joe’ya koşup elini sıkıp teşekkür ettim.
Umut ve Vaatler
Tanrı görünmezdi ve benim bu ilişkimi yazı altına almam lazımdı. Bunun cevabını 1. Selanikliler 5:24’de buldum: “Sizi çağıran Tanrı güvenilirdir ve bunu yapacaktır.”
Artık üzerinde inşa edilebileceğim bir söz vardı. Olaylar ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın, Tanrı benim yanımda olacaktı. O sadık ve güvenilir olandı, Kutsal Kitap’da bu vaadi yer almaktaydı. Bunlar benim uzun zamandır ayrı kaldığım vasıflardı. Artık kendimi korumayı denemeye ihtiyacım yoktu. Her şeyi O’na bırakacaktım. Tüm bu olanlarda en heyecan veren şey, içimdeki boşluğun dolmaya başlamasıydı. Tanrı bu ayette beni asla bırakmayacağını dile getiriyordu. Tanrı başlamış olduğu işi bitirmeye söz verdi. Bu sözü mühürlüydü.
Ancak bu yeni yaşamım, benim yaşamımdaki işi çıkarmamıştı. Akademik kariyerimi kurtarmam için yapmam gereken muazzam işler vardı. Okulu terk ettiğim dönemde not ortalamam 1.0’dı. Aslında 1.0’ı da hakketmiyordum, ama sadece okula kayıt olduğum için bu notu vermişlerdi. Okula tekrar baş vurduğumda, bahar döneminde geri gelmemi ancak ilk olarak, “öğrenme merkezine” baş vurmamı ve bir şeyleri başarma imkanım olup olmadığını görmemi istediler.
Tanrı’nın beni sevdiğini bilerek okula geri dönmek hiç de kolay olmadı. Üzerimde baskı oluştu. Artık hayatımda bir anlam ve bir amaç vardı, ancak bu bende bir baskı oluşturdu. Kendimi odaya kapattım ve bir hafta boyunca esrar çektim. Eskiden ölümden kaçıyordum şimdi de yaşamdan kaçıyordum. Üzerime bir ağırlık ve karanlık çökmüştü, nefes alamıyordum.
Acı içerisinde kıvranırken birden bir şeyi fark ettim. Artık karanlıkla ilgili düşüncelere dalmama gerek yoktu. Çünkü Tanrı beni suçlarımdan özgür kılmıştı. Aklıma Kutsal Kitap’tan bir olay gelmişti. Bu olayda din adamları, zina yapan bir kadını yargılamak istiyorlar, bu arada da İsa’yı sınamak istiyorlardı. Yuhanna 8: 3-11:
“Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsa’ya, «Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı» dediler. «Musa, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?» Bunları İsa’yı sınamak amacıyla söylüyorlardı; O’nu suçlayabilmek için bir neden arıyorlardı. İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve, «Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın!» dedi. Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya koyuldu. Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa’yı yalnız bıraktılar. Kadın ise orta yerde duruyordu. İsa doğrulup ona, «Kadın, nerede onlar? Hiçbiri seni yargılamadı mı?» diye sordu. Kadın, «Hiçbiri, efendim» dedi. İsa, «Ben de seni yargılamıyorum» dedi. «Git, artık bundan sonra günah işleme!»”
Kadın oradan ayrılırken iki şeyin farkına varmıştı: günahkar tek kişi kendisi değildi ve İsa Mesih günahkar olmayan tek kişi olduğu halde ona taş atmamıştı.
Çözüm İsa Mesih’dir
İsa Mesih’in taş atmaması neden önemlidir? İsa Mesih tek günahsız kişidir, ancak O ilk taşı atma hakkına sahip olsa da, bunu yapmamıştır. Tanrı’nın beden almış Oğlu olan İsa Mesih mükemmeldi. O, günahları hem affetme hem de yargılama hakkına sahiptir. İsa, günahsız olan kişinin ilk taşı atmasını söylemiştir. Bunun iki anlamı vardır: Din adamlarının günahkarlığı ve Kendisinin kadını bağışlaması.
“İsa, «Ben de seni yargılamıyorum» dedi. «Git, artık bundan sonra günah işleme!»” demiştir. Ben de günah işlememeye çalışıyordum, ancak bazen gerçeği unutuyordum; eğer İsa Mesih beni suçlamazsa, o zaman kim beni suçlayacak? Hiç kimse. Yaşam, ölüme giden bir otoban olmak zorunda değildir. Yaşamın hayal kırıklıkları ve beklenilmeyen yaraları yüzünden felç olmak zorunda değiliz. İsa Mesih aracılığı ile umudumuz vardır.
İsa Mesih ile olan bir ilişki, kalpte olan herhangi bir hastalık için tedavidir. O yaşamdır ve bana da yaşam vermektedir. Ümidi daimi kılan Tanrı’nın sadakat ve güvenilirlik içeren karakteridir. Tanrı benim dipsiz kuyuya düşmeme izin vermiştir ki, O’ndaki çözümü görebileyim.
Hala daha fiziksel görünüşüm ile ilgili sorunlar yaşıyordum. Ancak Tanrı’nın beni koşulsuz olarak sevdiğine inanıyorum. Ben bu gerçeği kalbime kazıdım, “Her şeye rağmen Tanrı beni sever.” Bunu anlayamadığım anlar oldu. Kilo almaktan çok korkuyordum. Hala daha sigara içiyordum. Eğer tüm bağımlılıklarımı aniden kesersem, ölürüm diye korkup yavaş yavaş kesmeye çalışıyordum. Tanrı’dan başka her şeye o kadar bağlanmıştım ki, gerçek anlamda nasıl Tanrı’ya bağlı yaşayacağımı bilmiyordum.
Evet, yaşam hala daha acı vermektedir. Ancak artık içimde boşluk ve korku ile değil, sonsuz bir umut ve Tanrı’nın sevgisi ile yaşıyordum. İşte insanların bahsettiği Tanrı buydu. Bizim O’nunla ilişkimiz olsun diye görkemini kenara bırakan Tanrı. Sizinde bu Tanrı’yı tanımanızı isterim. Eğer O olmasaydı, penceremden attığım bir sigara izmaritinin arkasından bu hayata veda edip ben de aşağıya atlayacaktım. O sana da, “Bana gel” demektedir.
yazan: Elle McMurray
İncil – Sizlere ücretsiz olarak içinde bir İncil ister misiniz? Talep Formu