Evrenin Başlangıcı ve Kozmolojik Argüman
Sevgili ziyaretçimiz, bu makalemizde Tanrı’nın varlığıyla ilgili Kozmolojik argümanı Hristiyan bakış açısıyla irdeleyeceğiz. Bizim temel kaynağımız Tanrı sözü olan İncil’dir. Eğer kargo dahil ücretsiz İncil almak isterseniz aşağıdaki linkten formu doldurmanız yeterlidir. Size iyi okumalar diliyoruz.
Evrenin Başlangıcı
“İlimsiz din topal, dinsiz ilim kördür“
Albert Einstein 1916’da, “Genel İzafiyet“ teorisini doğruluyordu. Buna teoriye göre, madde ezeli değildir, her şeyin; zamanın, mekanın (uzay) ve maddenin kesin bir başlangıcı vardır.
Genel İzafiyet teorisine göre, evrenin genişliyor olması gerekiyordu. Bunun ispatını da 1927’de, 250 cm çapında, kendi adını taşıyan teleskobuyla, Edwin Hubble yaptı. California Mount Wilson Rasathanesi’nde Hubble, gözlemlenebilir her galaksi ışıklarında, “kırmızı kayma“ (Red Shift) gözlemledi. Buna göre evrenin geçmiş bir zaman noktasında başlayarak hala genişlediği ortaya çıktı.
1929’da Einstein, Mount Wilson’a gitti ve kendisi de bunu gözlemledi. Artık Einstein bile kendi dileği olan ezeli bir evren fikrini savunamazdı. Bundan sonra Einstein, tek isteğinin, Tanrı’nın evreni nasıl yarattığını anlamak olduğunu belirtmiştir. Artık o ya da bu fenomen ile, ya da şu veya bu elementin tayfı ile ilgilenmediğini, tek ilgilendiği şeyin Tanrı’nın fikirlerinin ne olduğunu anlamak olduğunu, gerisinin teferruat olduğunu vurgulamıştır.
İzafiyet Teorisi ve Mantık
Einstein’ın izafiyet teorisi, kozmolojik (evrensel) argümanın en temel dayanağıdır. Bunu biraz daha açacak olursak, mantık şöyle ilerler:
1) Başlangıcı olan her şeyin bir (başlatıcı) nedeni vardır
2) Evrenin bir başlangıcı vardır
3) Öyleyse evrenin bir nedeni olan vardır.
Bir argümanın doğru olabilmesi için, tüm önermelerin doğru olması gerekir. Buradaki her 3 önermeye sırayla bakalım.
Birinci önerme: Her başlangıcı olan şeyin bir nedeni vardır, Nedensellik Kanunudur ve bilimin en temel prensiplerindendir. Nedensellik Kanunu olmadan bilim yapmak imkansızdır. Modern Bilimin babalarından Francis Bacon, “Gerçek bilgi, nedenleriyle bilinen bilgidir” der. Başka bir deyişle, bilim nedenleri araştırmaktır. Bilim insanlarının yaptıkları budur; neyin neye sebep olduğunu keşfetmek. Eğer bir kimse size, ben Nedensellik Kanununa inanmam derse, ona sadece, ¨buna ne sebep oldu?¨ diye sorun. Şüpheci David Hume bile şöyle yazmıştır, “Ben hiçbir zaman, hiçbir şeyden bir şeylerin ortaya çıktığını iddia edecek kadar absürt bir sav iddia etmedim.” Nedensellik Kanunu genel kabul görür ve inkar edilemezdir. Bu yüzden birinci önerme doğrudur.
Evrenin bir başlangıcı var mı?
İkinci önerme doğru mu?
Bir neden aramamıza gerek yok. Eğer varsa, evrenin ortaya çıkmasının bir nedeni olmalı. Einstein’a kadar evrenin ezeli olduğu inancı, ateistler için teselli kaynağıydı; böylece varlıkları için bir neden aramıyorlardı. Ancak o günden bu yana bilim insanlarının, ‘Big Bang’ (Büyük Patlama) diye adlandırdıkları, evrenin bu başlangıcına dair beş önemli delil keşfedilmiştir.
Bu beş delilin her biri tek başına Big Bang’i ispat etmeye yeterlidir.
Big Bang’i, yani başlangıç noktasını ispat eden beş delil:
1. Termodinamiğin İkinci Yasası
Termodinamik, madde ve enerjiyi inceler. İkinci Kanunun başka bir takım şeylerle beraber belirttiği şudur: Evren kullanılabilir enerjisini yakmaktadır. Her geçen an, evrendeki enerji miktarı azalmaktadır. Bu da bilim insanlarını kaçınılmaz bir sonuca götürmüştür, bir gün enerji tamamen bitecek ve evren ölecektir. Sürekli çalışan bir araba gibi, bir gün benzini bitecektir. “Bu nasıl oluyor da evrenin bir başlangıcı olduğunu gösteriyor?” diye sorabilirsiniz.
Termodinamiğin Birinci Kanunu, evrendeki enerjinin sabit olduğunu söyler (Arabanın içindeki benzin gibi). Şimdi, eğer arabanızda sabit bir miktarda benzin varsa (Birinci Kanun) ve hareket ettiği müddetçe benzin harcıyorsa (İkinci Kanun), sonsuz bir zaman önce çalıştırdığınızı nasıl söyleyebilirsiniz? Şimdiye kadar çoktan benzini bitmiş olurdu. Aynı şekilde evren de ezelden (sonsuz zaman boyunca) beri hareket ediyor olamaz, çünkü çoktan enerjisi tükenmiş olurdu. Bu da evrenin ezeli olmadığını, bir başlangıcı olduğunu gösterir. Bir başka örnekte tüm gece yanık bırakılan bir el fenerini düşünebilirsiniz. Sabaha kadar ya tamamen söner ya da çok sönük kalır. Evrende sönmeye başlayan el feneri gibidir. Belli bir zamandan daha fazla, yani sonsuzluktan beri yanıyor olamaz. Eğer yansaydı çoktan şeklini, düzenini kaybedip; ölüme geçmiş olurdu.
2. Evren Genişlemektedir
İyi olan bilimsel teoriler, henüz gözlemlenmemiş fenomenleri önceden tahmin edenlerdir. İzafiyet teorisi de evrenin genişlediğini önceden tahmin etti. Ancak efsane Astronom Edwin Hubble, teleskobuyla 1920’lerde bunu teyit edene kadar tahmin olarak kaldı. Genişleyen evren nasıl oluyor da bir başlangıcı ispat ediyor diye soruyorsanız, onu da şu şekilde izah edebiliriz: Eğer evrenin oluşumunu bir video kaydı olarak terse alarak izleseydik, tüm evrenin sıkışarak bir noktaya, bir golf topundan daha küçük, hatta toplu iğne başından daha küçük, hatta matematiksel ve mantıksal olarak neredeyse yokluğa kadar küçüldüğünü görecektik (ne mekan, zaman; ne de madde). Başka bir değişle hiçbir şey yoktu, sonra bir, ¨BANG¨ ve bir şey ortaya çıktı, tüm evren varlık alemine patladı. Bu genel olarak bilinen Big Bang’dir. Şunu gözden kaçırmamamız lazım ki, evren boş uzaya genişlemiyor; uzayın kendisi genişliyor, Big Bang’den önce uzay da yoktu.
Şunu anlamamız da çok önemlidir ki, evren mevcut olan maddelerden ortaya çıkmış değildir. Big Bang’den önce madde de yoktu. Aslında, Big Bang’den önce, “önce” de yoktu. Çünkü Big Bang’e kadar zaman da yoktu. Evren -zaman, mekan, madde- tamamen yokluktan bir anda ortaya çıkmış, var olmuş ve genişlemektedir.
Bazı ateist bilim insanları, “yokluk”un üzerine giderek teoriler üretmeye çalışmışlardır. Burada yokluğu tam olarak kavrayamadıklarını görüyoruz. Aristo yokluğun şöyle bir tarifini vermiştir: ¨Yokluk, taşların hayal ettikleri şeydir.¨ Evet yokluk gerçekten hiçbir şeyin olmamasıdır; ne zaman, ne mekan (uzay), ne de madde. Big Bang gibi muazzam hassas bir patlama ile tüm bilinen, gözlemlenebilir varlık alemi ortaya çıkarılmıştır.
3. Büyük Patlama’dan Kalan Radyasyon
Big Bang için bu üçüncü delil ise 1965’de kazara ortaya çıkarılmıştır. Bir akşam Arno Penzias ve Robert Wilson, New Jersey’deki Bell Laboratuvarları’nda çalışırken, antenlerinde tuhaf bir radyasyon saptadılar. İlk önce buna kuşların, antenlerin üzerine düşen dışkılarının sebep olabilleceğini düşündüler. Ancak temizliklerden sonra hala her yönden bu radyasyonun geldiğini fark ettiler. Daha sonra bu keşif, bu iki bilim adamına Nobel ödülü kazandıracak, geçtiğimiz yüzyılın en büyük keşfi oldu. Penzias ve Wilson Büyük Patlama’daki havai fişek patlamasının ardıl parlaklığını (Radiation Afterglow) keşfetmişlerdi. Ünlü astronom Robert Jastrow’da bu buluşu şöyle ele almıştır, “Bu ateş topu radyasyonunu izah edecek Big Bang’den başka bir teori bulunamadı. Son Kuşkucu Thomas’ı da ikna eden düğüm noktası, Penzias ve Wilson’un buldukları radyasyonun tam da büyük bir patlamanın ısı ve ışığının yaratacağı şekilde dalga boyu kalıbını taşımasıdır.”
Bu buluşun sonucu olarak Sabit Durum Teorisi (Steady State) artık savunulamaz durumdaydı.
4. Büyük Galaksi Çekirdekleri
Tahmin edilen evrendeki genişlemeyi ve ardıl parlamayı tespit ettikten sonra, bilim adamları Büyük Patlama’yı doğrulayacak başka bir ön tahmine gözlerini çevirdiler. Eğer Büyük Patlama gerçekten olduysa, Penzias Wilson’ın buldukları radyasyonun ısısında hafif değişimler (dalgacıklar) olmalıydı. Bu dalgacıklar maddenin bir araya toplanarak galaksileri oluşturmalarını sağlamış olacaktı. Eğer bu keşfedilirse, evrenin bir başlangıcının olduğunun dördüncü delili de ortaya çıkacaktı. 1989’da NASA COBE (Cosmic Background Explorer) adını verdikleri 200 milyon dolarlık bir uyduyu uzaya gönderdi.
COBE çok hassas ölçüm sistemleri taşıyordu ve bu arka plan radyasyonundaki ısı dalgalanmalarını ve ne kadar hassas olduklarını ölçecekti. 1992’de proje lideri astronom George Smoot, tüm dünya gazetelerine de taşınan şok ve heyecan içinde yaptığı açıklamasında şu ifadeleri kullandı, “Eğer dindar biriyseniz, sanki Tanrı’nın yüzüne bakıyor gibisiniz!”
Chicago Üniversitesinde astrofizikçi Michael Turner da daha az heyecanlı değildi ve, “Bu buluşun kıymeti asla yeteri kadar ifade edilemez. Evrenin Kutsal Kasesini buldular” dedi. Cambridge’de astronom Stephen Hawking de şu ifadeleri kullandı, “Bu buluş, bu yüzyılın ve hatta belki de tüm zamanların en büyük buluşu!” COBE ne bulmuştu da bu kadar büyük övgüye sebep olmuştu? COBE sadece dalgacıkları bulmakla kalmadı, ama bilim adamları rakamlarda gördükleri kesinlik karşısında hayretler içerisindeydiler.
Dalgacıklar şunu gösteriyordu: Evrenin patlaması ve genişlemesi o kadar hassas ayarlanmıştı ki, maddenin toplanarak galaksileri oluşturmasına izin veriyor, ama evrenin tekrar içine çökerek kapanmasını önlüyordu. Patlamanın şiddetinde daha güçlü ya da zayıf ufak bir sapma olsaydı, bugün burada olmazdık. Doğrusu, dalgalanmalar o kadar hassaslardı ki, Smoot onları, ”Evrenin yaratılışındaki makina izleri” ve “Yaratıcı’nın parmak izleri” diye adlandırmıştı. COBE’nin çektiği Kızıl Ötesi fotoğraflar, tabi ki günümüzün çok öncesinden gelen, evrenin ilk oluşumundaki ve sonra galaksilere dönüşecek olan maddelerin fotoğraflarıydı. Bu maddeyi Smoot, “tohumlar” (Seeds) diye adlandırdı. Bu, “tohumlar” saptanan en büyük yapıydılar. En büyüğü, bugün bilinen evrenin üçte birini kaplayacak kadar büyüktü. Bu 10 milyar ışık yılı genişliğinde demektir. Şimdi bu buluşun bilim adamları arasında neden bu kadar büyük bir etkiye sebep olduğu daha iyi anlaşılıyordur sanırım.
5. Einstein’ın Genel İzafiyet Teorisi
İzafiyet Teorisi evrenin bir başlangıcı olduğunun beşinci delilidir ve buluşları evrenin ezeli olduğu fikrinin sonu olmuştur. Teorinin kendisi beş ondalığa kadar kesin bir şekilde ispatlanmıştır. Buna göre zamanın, uzayın ve maddenin kesinlikle bir başlangıcı olması gerekiyor ve bu üçü birbirlerine bağlılar, biri olmadan diğeri olamaz. Bilim insanlarının, Einstein’ın Genel İzafiyet (Görecelilik) Teorisinden yola çıkarak evrenin genişlemesini, Radyasyonun ardıl ışıltısını ve büyük galaksi çekirdeklerini keşfettiler. Buna termodinamiğin 2. kanununu da eklerseniz, evrenin bir başlangıcı olduğuna dair beş sağlam delil getirmiş olursunuz.
Tanrı’yı Kim Yarattı?
Bulunan uzay-zaman, evreninin başlangıcına dair delillerin ışığında. Bu durumda Başlatıcının uzay-zaman evreninin dışında olması gerekir. Başlatıcının Tanrı olduğu ileri sürüldüğünde, ateistler hemen çok eski bir soruyu dile getiriler:
“Öyleyse Tanrı’yı kim yarattı? Her şeyin bir sebebi varsa, Tanrı’nın da bir sebebi olmalı. Öyleyse Tanrı’ya da bir neden olan vardır!”
Bu soru dahi gösteriyor ki, aslında termodinamiğin ilk kanununu ne kadar ciddiye alıyoruz. Aslında doğrusu şudur ki; termodinamiğin ilk kanunu, her şeyin bir sebebi vardır, demez. Her ortaya çıkan olgunun, her oluşun bir sebebi vardır, der. Tanrı oluşmamıştır. Tanrı’yı var eden bir şey yok. “Tanrı” terimi zaten bunu önerir; başlangıcı olmayan, bir yapanı olmayan, her zaman var olan. Tanrı’nın bir başlangıcı olmadığı için, bir yapanı da olması gerekmiyor. Ateistler aynı mantığı madde için kullanmak isterler. Doğru, eğer maddenin başlangıcı olmasaydı, onunda bir yaratıcısı olması gerekmezdi. Ancak yukarıda saydığımız ve daha birçok nedenden dolayı, madde-zaman-uzay ezelidir diyemiyoruz.
İşin özüne indiğinizde, bir şeyin varlığının iki sebebi vardır:
1) O şey her zaman vardır, bu yüzden bir sebebi yoktur.
2) O şeyin bir başlangıcı vardır ve var oluşunun bir başlatıcısı ve nedeni vardır. (Kendi kendine var oldu diyemeyiz çünkü kendini yapmak için ilk önce olması lazım. Tuhaf bir önerme!) Aristo’da kendi düşüncesiyle bu noktaya gelmiş ve bir yapıcısı olmayan bir yapıcı ya da hareket ettiricisi olmayan bir hareket ettiricide (unmoved Mover) İlk Sebep’den bahsetmiştir. Öyleyse nedir bu İlk Sebep?
Burada hemen Kutsal Kitap’a başvuracağımızı düşünebilirsiniz, ama bu gerekmiyor. Doğru, Einstein, ¨Dinsiz ilim sakat, ilimsiz din kördür!¨ dedi ve din ilimle bilgilendirilir ve doğrulanır. Ancak şimdiye kadar Kozmolojik Argümanda yaptığımız gibi, hala bu İlk Sebep’in daha başka karakteristik özelliklerini bilimle ortaya koyabiliriz.
Bulunan keşif ve delillere dayanarak, bu İlk Sebep şöyle olmalı: Hayatı kendinde olan, zaman-dışı, mekan-dışı, madde-dışı (bu İlk Sebep, zaman-uzay-madde’yi yarattığı için bunların dışında olmalıdır) olan.
Başka bir değişle sınırları olmayandır, sonsuzdur. Hayal edilemeyecek kadar güçlüdür, tüm evreni hiçbir şeyden yaratmıştır. Harikulade ilme sahiptir ki, evreni bu kadar muazzam bir detay ve kesinlikle yaratmıştır (bu konuyu daha detaylandıracağız).
Bir tercih yaptığı ve her şeyi muazzam şekilde ayarlayarak hiçlikten varlığa getirdiği için, “kişilik” sahibi olmalı. Bu karakteristik özellikler, tam da deistlerin Tanrı için atfettikleri özelliklerdir ve hiçbir dinden alınmamışlardır.